ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü işgal rejiminin başkenti ilan etmesi ve ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı alması İslam dünyasında öfkeye yol açtı.

İsrail’in Kudüs’te demografik yapıyı bozma, kentteki Filistin nüfusunu olabildiğince azaltma ve İslami izleri silme planı var.

Kentin kimliğini tümüyle değiştirmeyi hedefleyen bu plana kısaca “Yahudileştirme planı” diyoruz.

Filistinliler’in evlerinin yıkılarak ve çeşitli baskılara maruz bırakılarak kentten göçe zorlanmaları, Mescid-i Aksa’nın altında ve çevresinde yürütülen kazı çalışmaları, Mescid-i Aksa’yı Yahudiler ve Müslümanlar arasında ikiye bölme çabaları o planın parçaları.

Trump’ın Kudüs’ü işgal rejiminin ebedi başkenti ilan etmesi, Kudüs’ü Yahudileştirme planına destek anlamına geliyor.

Uluslararası toplum İsrail’in Batı Yaka ve Doğu Kudüs’teki gayri meşru yerleşim faaliyetlerine utana sıkıla da olsa tepki gösteriyordu.

Hatırlarsanız, UNESCO geçen yıl aldığı kararla Mescid-i Aksa’nın sadece Müslümanlara ait olduğunu ve Yahudilikle hiçbir bağının olmadığını ilan etmiş, İsrail’in Kudüs’teki dini mekânları idare etme biçimini eleştirmişti.

Obama döneminde de Yahudileştirme faaliyetleri ve gayri meşru Yahudi yerleşim birimi inşası konusunda Amerika ve İsrail arasında zaman zaman anlaşmazlıklar yaşanmıştı.

Geçen yıl Aralık ayında Amerika’nın veto hakkını kullanmayarak çekimser kalmasıyla Güvenlik Konseyi’nden geçirilen kararda, “İsrail hemen ve tamamen, Doğu Kudüs de dâhil olmak üzere, işgal altındaki Filistin topraklarında tüm yerleşim yeri faaliyetlerini durdurmalı” çağrısı yapılmıştı.

Trump’ın son kararı işgal yönetimine “Kudüs tümüyle sizin, dilediğinizi yapın, biz arkanızdayız” mesajı veriyor ve Yahudileştirme faaliyetlerini hızlandırması için yeşil ışık yakıyor.

ABD Başkanı’nın kararı hem İsrail’in Kudüs’e yönelik planlarıyla ve hem de “Yüzyılın Anlaşması” denilen Ortadoğu’ya yönelik kapsamlı projeyle ilintili.

Dolayısıyla Trump’ın Kudüs kararının bir ucunda kendisi varsa diğer ucunda Mısır, Suudi Arabistan ve Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin Yönetimi var.

Hamas lideri İsmail Heniyye önceki gün intifada çağrısında bulundu.

Batı Yaka’da intifadayı engelleyen işgal güçleri değil.

İşgal rejimiyle yaptıkları güvenlik koordinasyonuyla övünen Abbas’ın adamları.

Trump’ın kararından ve Heniyye’nin çağrısından sonra da Filistin Yönetimi’ne bağlı güvenlik ve istihbarat birimlerinin işgalcileri hedef alan herhangi bir eylem gerçekleştirilmemesi için teyakkuzda olduğundan kimsenin şüphesi olmasın.

Suudi Arabistan ise Kraliyet Divanı Müsteşarı tarafından kurulan resmi trol ordusuyla bir yandan toplumu işgal rejimiyle kurulacak diplomatik ilişkilere hazırlamaya çalışıyor, diğer yandan da Trump’ın Kudüs kararına karşı çıkanlara saldırıyor.

Birkaç kelimeyle de olsa ABD Başkanı’nın kararını eleştireceklerine sosyal medyada Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alıyorlar.

Ümmetin hali böyleyken Trump’ın Kudüs’ü işgal rejiminin başkenti ilan etme cüretinde bulunması gayet normal.

İslam ülkelerinden hiçbirinin ABD Başkanı’nın kararına karşı şu ana kadar eleştiri ve kınamanın dışında atmış olduğu ciddi bir adım yok.

Karar verme konumunda olanlar televizyon yorumcusu gibi davranıyor ve “Bu karar barışa hizmet etmez, radikallerin işine yarar” türünden değerlendirmelerde bulunuyorlar.

İstanbul’da yapılacak İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesinden de Trump’a geri adım attıracak etkili bir karar çıkacağını sanmıyorum.

Bununla birlikte ümitsizliğe kapılmamak gerekiyor.

İslam coğrafyasının dört bir yanında Kudüs için yapılan gösteriler, bir gün mutlaka özgürlüğe kavuşacak Müslüman halkların er ya da geç Kudüs’ü işgalden kurtaracağını müjdeliyor.

Netanyahu’nun da itiraf ettiği gibi, Arap liderleri değil halklar -Allah’ın izniyle- Siyonist projenin başarılı olmasına ve hedefine ulaşmasına engel olacak.