“Bir mevsim-i hazânına geldik ki âlemin
Bülbül hâmuş, havz tehî, gülistan harâb”
Böyle diyordu İzzet Molla kendi zamanı için. Oysa bizim zamanımıza ne de çok yakışıyor bu sözler. Öyle bir mevsimde geldik ki biz bu âleme, evvelce içinde Kevser misal sular akan havuzlar bomboş; gülistanda terennümle coşan bülbüllerin dilleri kesik, sessizler ve hatta bir vakit gülistan olan bu âlem, yazık ki harab.
İnsanoğlu işte. Suçlu… Belki de kendisine verilen en büyük emanete sadece kendininmişçesine, her işi sualsiz yapmaya ehliyeti varmışçasına bu gülistanı harab eyledi. Ama idrakim rıza vermiyor anlamama ki; ona “bu dünya senin diye kim söyledi?”
Nedendir bu “ene-perestlik”? İnsan kendine mi sevdalandı da tüm âlemi, tüm diyarı görmez oldu. Bir ben varım; diğerleri olsa ne çıkar olmasa ne? Eski bir mit vardır anlatılan; Nargisos. Bizim anlayacağımız şekliyle nergis. Suda kendi aksini görüp de kendine âşık olur. Sonra vuslat heyecanıyla atlar nehre. Sonuçta kendi suretinde boğulur. “Narsisizm” buradan gelir; kök aynı. Ve hatta narkotik dahi aynı kökten… Kızıldeniz’de Firavun’un boğulması gibi yani… Şimdilerde kaç tane Nargisos var kaç Firavun bu âlemde?
Biz düşürdük altını toprağa. Sonra topraktan çıkarmak için kanlar akıttık. Sahi “keşke” demeden geçirdiğiniz günler oluyor mu hiç? Havanın dahi değiştiğini, bulutların bile size küskünlüğünü, dağların emaneti almadıklarına hayıflandığını düşünüyor musunuz hiç? Evvelce sıhhat veren güneş gözlerinize ıstırap mı veriyor? Ama niye güneşi de mi kirlettik?
Cennet suyundan karılmış hamurumuza habis bir toprak bulaştırdık biz. Yalnızca bizim dedik bu dünya. Bizim olmazsa kimin olacak ki? Ne getirdiyse Âdem cennetten hepsini gözlerimizden ırak yerlere bıraktık. Gözlerimize dünyalık efsunlar üfledik. Yalan dahi olamayacak sözler söyledik.
Âdemoğlu gülistanını bir harabata çevirdi. Sonra gülleri sırf diken eyledi. Anlayamadığım ona “bu dünya sırf senin” diye kim söyledi?