İnsan yapısının en etkin yönü gönül âlemidir.
Onu sevk ve idare eden, bedenini iyi ya da kötü şeylere yönlendiren odur.
Bu unsur her alanda daima kendisini gösterir, insanın ya insan olma özelliklerini ya da insanlıktan çok uzaklarda olma ölçüsüzlüklerini barındırır.
Artık insan buna göre şekil alır ve başkalarını da şekillendirebilir.
Kişinin gönül yani kalp âlemini doldurabilecek en güzel ve en eşsiz manâ ise, Allah’a îmandır.
Îman hakikati ki insanı ihyâ eder sonra da insan eder, insanca yaşamasını sağlar ve ‘insan’ yetiştirilmesine öncülük eder.
Îman gerçeği ve değerinden mahrum olanlarda ise, bunların tam zıddı cereyan eder. Her ne kadar bazı kıymetleri elde etmiş olsalar bile, daima tökezlemeye ve yıkılmaya mahkûm bir halde yaşarlar. Örneğin şefkat yok onlarda.
Merhamet hissi bulamazsın başkalarına. İşte bunun örneği, İslâm dünyası ve nicelerine yaptıkları. Ama ehl-i iman güç sahibi olsa, onlara Allah’ın bir yaratığı olarak bakar ve zulmetmez.
Îman örgüsü içerisinde o kadar çok şık vardır ki, her biri apayrı kıymeti hâizdir. İşte onlardan birisi de Allah korkusudur.
Bu unsur da yine, her birinde olduğu gibi insanı ilgilendirir. Çünkü insan olmayan yerde kayda değer bir şey olmayacaktır. İyilik ve kötülük ancak insan unsuruyla bir değer ya da kayıp ifade edecektir.
Mü’min kulun asıl maksadı Rabb-ı Zü’l-Celâl’inin sevgisine erişmek değil midir?
Bu gayeye matuf olarak, O’nun emirlerini yerine getirir, yasaklarından kaçınır, hatta kullara iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamayı da ihmal etmez. Yani mü’min kardeşlerini doğruluğa ve Hakk’a çağırır.
MÜTTAKÎ KUL
Kur’an, Allah korkusuna sahip insanı müttakî adıyla ele alır ve onu ilk âyetleriyle birlikte sık sık dile getirir:
“Bu kitap (Kur’an); bunda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar ğayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; âhiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” (2 Bakara 2-5.)
Müttakî kul gerçekten de, sakınan ve arınmaya çalışan bir kuldur.
Müttaki insan; insanları aldatamaz, haram yiyemez, kumar oynayamaz, içki içemez, cana kıyamaz, israf edemez, ailesine karşı görevlerini yerine getirir. Eşine ve çocuklarına sahip çıkar. Onun için kanun ve sözleşmelere ihtiyaç yoktur.
Zira o Allah’ın kanunlarına göre yaşamaktadır. Hakkın kanunları varken insanların koyacağı kanunlara ne ihtiyaç vardır? Tabii ki bütün bunlar için devleti olacak ve ona göre hükümlerini hazırlayacaktır. Aslında böyle bir insan topluluğunda ne kadar suçlu çıkar ki? Çok az. Bunun örnekleri İslam tarihi ve ecdadımızda görülmüştür. Bunları yabancı gezginler bile eserlerinde dile getirmiştir.
Müttaki insan; Anne- babasına “öf” bile diyemez.
Müttaki insan; namusa göz dikemez.
Müttaki insan; devlet malında tüyü bitmedik yetim hakkının olduğunu idrak ederek, ona zarar veremez ve onu korur. Hatta Allah’ın emrine uygun olarak zekât ve sadaka vererek devletin de en iyi yardımcısı olur.
Bütün bu hasletler cemiyetlerin huzuruna ve milletlerin istikbaline en uygun hakikatler manzumesi değil midir?
İşte kadın ve erkekte olması gereken en önemli vasıflar. Fıtratları ayrı olsa da emredilen hususlar, -fıtratlarına uygun olarak bazı değişiklikler haricinde- hep aynıdır. Örtünme gibi.
Zina her ikisine de haram.
İçki, sigara her ikisine de haram.
Kumar her ikisine de haram.
Ama kadının nafakası kocasına aiddir. Çalışmak mecburiyetinde değildir. Bunun için aile mirasından bir alır. Eş olarak kocasından, Anne olarak çocuğundan yine alır. Erkek ise, eş ve çocuklarıyla birlikte anne babasına da bakmakla yükümlüdür. Yani Allah (cc) külfete göre hüküm koymuştur. Bunu görmek istemeyen art niyetli insanlar hep saldırıya geçmiştir.
Takva yani Allah korkusu, mü’minin bütün hayatını kuşatır. Öyle ki; varlığını-yokluğunu, acısını-sevincini, yalnızlığını-beraberliğini, çobanlığını-başkanlığını; hâsılı bütün halini kontrol eder.
Eğer insanlığın gayreti ve gayesi bu olsa, çekişmeler sona erer ve herkes bir diğer kardeşini düşünür.
Bir mü’min ki; hayatını idame ettirirken takva ölçülerine uyar, insanların ölçüsünü belirler iken de yine takvayı göz önüne alırsa, boşa gitmeyen bir hayat yaşamış olur. Zira o, Rabbinden, O’na yaraşır şekilde, nasıl gerekiyorsa ve hatta gücü yettiğince korkmuştur:
“Ey inananlar, Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun, (gücünüz yettiğince) saygılı olun, (emirlerinin dışına çıkmaktan) sakının.” (3 Âl-i İmrân, 102.)
“Allah’tan gücünüz yettiğince korkun, sakının!” (64 Teğâbün, 16.)
Bütün bu faziletlerin en bariz misalini yaşayan Rasûlüllah (s.a.v.), Ashabı-ı Kiram ve Selef-i Salihinden sonra, onların bu güzel hallerini idameyi kendisine görev addeden insanlar daima bulunmuştur. Bu kervana katılan nice kardeşlerimize işte Rabbimizin müjdeleri:
“Haberiniz olsun ki, Allah’ın veli kulları (dostları için) hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjdeler vardır.” (10 Yûnus 62-64.)
Görülüyor ki takva sahibi yani Allah korkusunu özüne sindiren ve üst seviyede yaşayabilen kullar, Allah’ın velileri olarak addedilmektedir.
Pek çok âyet-i kerimelerde görürüz ki; “Allah’tan korkun” ibaresi başta veya sonda geçer. Bazen de hem başta hem de sonda zikredilir. Bu da apaçık bir şekilde, Cenab-ı Hakk’ın bu manaya çok önem verdiğini gösterir. İşte buna misâl:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Bir de sadık olanlarla beraber olun.” (9 Tevbe 119.)
“Ey inananlar! Allah’tan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın; Allah’tan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.” (59 Haşr 18.)
İşte üzerinde durulması gereken yegâne hakikat!
Rabbimiz razı olacağı şekilde yaşamayı ve güzel sonuca ulaşmayı nasip eylesin!
Birlik zamanı ey oğul!
Ayrılık zamanı değil ey oğul, birlik zamanı.
Baksana âlem BİR’e gider hep!
Bu sana en güzel öğüt değil mi?
Neden ayrılığa gidersin ey oğul, acep neden?
Sürüden ayrılanı kurt yer bilmez misin?
Hakk’a yakın olanlar bir ve beraber olmuşlar.
Sohbet ve muhabbete dalmışlar.
İşin bir ucundan beraber tutmuşlar.
Hani birlikten kuvvet doğardı ya, duymaz mısın?
Bilir misin bir hikâye vardır. Arslan gelince kurtlar toplanır ama arslan bazılarına der ki; benim sizinle işim yok. Size karşı da bir düşmanlığım yok. Hele çekilin de şunun işini bitireyim. Onlar çekilir. Onların en güçlüsünün işini bitirince, sıra tek tek onlara gelmiştir.
İşte, önce uyut sonra parçala ve yut. Yani düşman boş durmaz ey oğul! Neden görmezsin?
Şakşakçılara bakma ey oğul! Gün gelir dağılır giderler. Kimse kalmaz yanında. Zira menfaatleri bitmiştir. Ya da korkuları galebe çalmıştır.
Âh oğul âh!
Anlarsın bir gün ama iş işten geçer. Kimlere aldanırsın böyle? Neden koşmazsın birliğe? Niye bir yol daha açarsın kendince? O yol nereye gider bilir misin? Kimlere çıkar düşünür müsün? Yol arkadaşların, rehberlerin kimdir bilir misin? Bil ki onlar neyse, sen de osun oğul! Bunları unutmayasın!
Vebali var ayrılığın ey oğul! Baksana tarihe? Sorar Allah sana! Ne dersin acep?
Utandırma dostlarını ey oğul, mahcup etme onları? Konu komşun iyi bilirdi seni. Üzdün onları ey oğul, hem de pek üzdün!
Allah cc akl-ı selîm versin!
Hani bir de vefa vardı, anlar mısın ondan? Unutmamak bir iyiliği. Kadir-kıymet bilmek derler eskiler. Nereye gitti ki acep o? Vefan yok mu yaşadığın günlere? Beraberlik günlerine? Dönüş yok mu?
Sen bilirsin oğul, sen bilirsin. Ama bil ki bir gün, çok pişman olacaksın!
Ayrılıklar hüzün getirir, birlikler sevinç!
Sevgi olunca yüzler güleç!
Kucak açasın dostlara ey oğul!
Bakmayasın ufak-tefek kusurlara!
Allah cc baksaydı eğer hep kusurlara,
Hayat ne sana kalırdı ne de başkasına!