“Ulu sultan, yüce şahlar şahı (şehinşah), asil niteliklerin ve ahlakın kaynağı, adalet ve insaf dağıtmada Allah'ın delili (ayetullah), makamlar için atamaları yapan, rütbe sancaklarının yükselticisi, mucizevi icraatları nihai sonun ötesine geçen, ulu makamların çarpışmasından doğan, ilahi ışık tarafından muzaffer kılınan, her şeye kadir olanın eliyle kudreti kanıtlanan, Rabbul-âlemin'in korumasına mazhar olan, ömrünü iman sancağını yükseltmeye adayan, tüm insanlığın umutlarının son durağı, devletin, dünyanın ve dinin kahramanı, İslam'ın aslanı, tüm Müslümanların sığınağı, Allah'ın emrine vakıf, Allah'ın delilleriyle (hüccet) doğruyu yanlıştan ayıran, yegâne Süleyman Paşa; sultanların en yücesi, âlemin en adili ve en bilgesi hükümdar, milletlerin hâkimi, olgunlukların (kemâlât) yükselticisi, saadet sebeplerinin vücut bulmuş hâli, çağın Enüşirvân'ı, (İslam dünyasında Enüşirvân-ı Âdil diye bilinen I. Hüsrev) inananların sığınağı, huzur ve güven direklerinin taşıyıcısı, irfan ve fazilet sahiplerinin efendisi, Sultan Orhan'ın oğlu.”

Evet, Osmanlı Devleti’ni yönetecek sultan böyle olmalıydı.

Bu uzun alıntıyı çok iyi idrak etmek lazım.

Hem bugünün alimlerine hem de devletlülerine çok önemli istikametler verecek bir metin.

Metnin sahibi, Osmanlıların yaptırdığı ilk medresenin ilk müderrisi Davud-i Kayseri.

Ve bu metin tahttaki sultana değil, Sultan Orhan’ın oğlu Süleyman Paşa’ya ithaf edilmiş.

Söz konusu metin Osmanlılarla ilgili elimizdeki ilk siyasi metin olarak da ifade ediliyor.

Bir alimin, bir cihan imparatorluğunun hedeflerini ta en başından nasıl yüksek bir ahlak ve hedefle çizdiğini ve bunu da tahtın varisine sunduğunu düşündüğünüzde, metnin önemi çok daha belirgin bir hâle geliyor.

Davud-i Kayseri bu metinle bir Osmanlı veliahdına, Osmanlı’yı ileriye taşıyacak bir sultanın nasıl olması gerektiğinin hatlarını çiziyor ve onu tarihsel konumuna oturtuyor.

Osmanlı hükümdarlığı Müslüman hanedanlıkların tarihsel sürekliliğine dâhil edilirken I. Hüsrev’in (Enûşirvan) adaletine vurgu yapılarak da Fars-İslam devlet geleneğine göndermede bulunuluyor.

Yazıldığı günün koşullarından bakıldığında çok ütopik gelebilir fakat inanmış ve inandığını hayata geçirme idealiyle yaşayan devletlülerin, bu ideali nasıl gerçek kıldığını bugün bizler arkadan gelmenin de avantajıyla çok iyi biliyoruz.

Davud-i Kayseri hem medreseli hem de mutasavvıf olarak akli ilimlerde de temayüz etmiş bir âlim prototipidir.

Osmanlı mefkûresini kuran bu ilk metne bakınca, yitirilenleri de hatırlayarak aslında yıkılışın sebeplerini de çok iyi anlıyor insan.

İsrail zulmü karşısında darmadağın görünen hâlimiz, bazı Müslümanlara “Hilafeti yeniden düşünmek” lazım geldiğini de hatırlatıyor.

Kendi içimizdeki bütün sorunları daha sonra aşmak üzere bir kenara bırakarak önce şu İsrail belasından kurtulmanın gerekliliği için de çok önemli bir referanstır yukarıdaki metin.

Farklılıkları değil de tutunabileceğimiz ortaklıkları konuşmak, ABD gibi katliam üreticisi ve azmettiricisi bir jandarmanın bu topraklardan kovulması için en önemli anahtardır.

ABD, çıkarları için her türlü insani erdemi çiğnerken Müslümanların arasında ara bulucu rolü oynayamaz.

Birini öbürüne karşı destekleyerek kavgaların şiddetlenmesinden başka neye hizmet etmiştir ABD?

Müslüman devletlerin kendi sorunlarını konuşacağı yerler kendi başkentleri olmalıdır.

Gafil Müslümanlar sıkışınca ya da çıkarlarını korumak için ABD’nin yardımına koşunca ona da gün doğmaktadır.

ABD için ucuz savaşçı olmanın ve kendi coğrafyasını kana bulamanın dışında hiçbir işe yaramamış yaranmalar, 7 Ekim 2023’ten bu yana Filistin ve Lübnan’da yaşananları hazırladı.

Sürekli vekil değiştiren ve değiştirdiği vekilleri de daha sonra terör listesine alan, zalim ya da diktatör ilan eden ABD’nin hâlâ nasıl bir münafık olduğunun anlaşılmak istenmeyişi ise çok derin ve acı bir duruma işaret ediyor.

Filistin işgal edildiğinde General Allenby’nin bildirisi filme çekildi ve Britanya’ya gönderildi.

Savaş yorgunu ülkede moralleri yükseltmekti amaç.

Öyle anlaşılıyor ki Müslümanlar olarak hâlâ birlik olmaktan kaçarak kendi topraklarımızda ölmeye ve Batılıların moral kaynağı olmaya devam ediyoruz.

Müslümanlar, bu çağa uygun koşullarda ve teknolojik altyapısıyla güçlü bir birlik kurmadıkça Batılıları sevindirmeye devam edecek gibi görünüyorlar.

Türkiye’nin gelişimi umut verici olsa da Müslümanların genel uyanışı olmadan Filistin’de kalıcı bir huzurun inşa edilmesi çok kolay gözükmüyor.

Gerçek bir kurtuluş için Davud-i Kayseri’nin vizyonunu çizdiği o liderliğin yola revan olması kaçınılmazdır artık…