15 Temmuz’un üçüncü yıl dönümü yaklaşıyor. Fakat bazı yobazlıklardan ısrarla vazgeçemedik. Hâlâ resmî yayın organlarında “demokrasi şehidi’’ tarzında rezil ötesi laf cambazlıklarına soyunuluyor…
15 Temmuz’da postal seslerine alkışla ritim tutanları kızdırmamak için, abes nutuklar atılıyor televizyonlarda. O gece benzinci kuyruklarında makarna kovalayan tatlısu devrimcileri gerilmesin diye, süslü metinlerin arasına demokrasi vurgusu sıkıştırıyor belgeseller…
Öyle ki, şehit kanı, kansızları yaşatmak için kirletiliyor…
Bir türlü, bu cambazların ipinde yerimiz olmadığını öğrenemedik. Onlar ittikçe, biz yer kapmaya çalışıyoruz onların sahnesinde. Devasa sahneler kurup kendi harikalarımızı anlatacağımıza, bir sığıntı gibi, ucuz oyunların içinde rol almaya çabalıyoruz. Onlar kanlı bir tiyatro addediyorlar bizim destanımızı, biz o kansızların efsanelerini destanlaştırıyoruz.
Şurada anlaşalım:
Demokrasi şehidi diye bir şey olmaz. Bu ifadeyi kullanan biri ya dini terbiyesini yeterince almamıştır ya da demokrasinin aslında ne olduğuna, Türkiye’de demokrasi kavramının Türkiye aleyhine nasıl silahlaştırıldığına dair bilgisi yoktur.
Bu cümlelere de kızacaklar tabii. ‘’Ya işte siyaset gereği böyle diyoruz, ne bağnaz adamsın’’ filan diyecekler. En üstten en alta… Her konuda aynı taassubun kölesi bunlar. Aslî meselelerimizi bile konjonktür putundan izin almadan yorumlayamayacak kadar şahsiyetsizler.
Halbuki topyekûn konjonktürleri; bütünüyle aslî meseleler belirler. Bu, tarih boyu böyledir. Hakikat algısı olguları biçimlendirir. Algılar milletleri, olgular da devletleri yönetir. Kendi hakikatinize sahip çıkmazsanız, ithal hakikatler edinirsiniz. Başınıza kaka kaka edindirirler. Nihayet algılarınız olgulara, olgular devlet işleyişine şekil verir.
Düşman tanklarının altında paramparça olursunuz mesela. Sonra arkanızdan, üstünüze tank sürenlerin diliyle yâd ederler sizi. Ne bâtıla kafa tutmuşluğunuz kalır ne de uğruna canınızı verdiğiniz hakikatler. Unutulursunuz sonra. Sizinle beraber ne için can verdiğiniz de unutulur. Unutulması istenir çünkü…
Demokrasi, özgürlük, çağdaşlık mefhumlarını çivi gibi çakarlar beyninize. Onların fabrikasından çıkmış bir çividir bu. Musallat olur bütün düşüncelerinize. İğdiş edilir hakikate dair bütün refleksleriniz. Çomak sokarlar en has ideallerinize…
Türkiye’de demokrasi; ağaç bahanesiyle oligarşik sermayenin sokak propagandalarını üstlenmektir örneğin. Ayakkabı kutusunda ahlâk pazarlayıp, devletin sömürgeci ambargolarıyla savaşmasına müsaade etmemektir. Teröriste terörist diyememektir özgürlük bu ülkede. Şehit katillerinin çizgisini beğenmektir. Başında örtü bulunan bir kadına yaşam hakkı tanımamaktır Türkiye’de çağdaşlık. Cami önünde şampanya patlatınca ‘’her şey çok güzel olacak’’ zannetmektir…
Velhâsıl…
15 Temmuz’da, toplum zihnine dayatılan emperyalist kılıfı bâtıl kavramlar için çıkmadı bu millet sokaklara. İnsanlar, Batı aşısı mefhumların namusu için şehadete koşmadı. Kurtulalım artık şu eziklikten. Bağıra bağıra dillendirelim Amerikan köpeklerine neden ‘’dur!’’ dediğimizi…
Ve safımızı belirleyelim artık:
İşgalci demokrasilerin mi tarafındayız yoksa mutlak hakikatin mi?