Mesele, bir kuşağı sadece alfabenin bir harfi ile tanımlamanın ötesinde enine-boyuna çok geniş ve derin analizler gerektiriyor…
Z kuşağı tanımlaması yakın geçmişin bir meselesi olarak ilk defa -bugün mahsurları çok daha derinden hissedilen ve kişiyi geliştirdiği konusunda da narsizmden başka hiçbir emare göstermeyen- “kişisel gelişim” diye adlandırılan “şey”lerde, altı doldurulmadan “X, Y, Z” diye adlandırılan renksiz, kokusuz ve hissiyatsız kuşak tarifleriyle ortaya çıktı ve sonrasında da akademik ağızların radarına girdi…
Bu nesiller daha sonra sanki tarihi bağlardan kopuk, uzaydan zembille inmiş muamelesi görmeye başladı…
Bu kabul adeta bütün toplumların kendi çocuklarını sınırları ve kuralları belli olmayan bir siber dünyaya çaresiz olarak terk edişini andırıyor…
Sınırları belli olmadığı gibi, belirli kuralları da olmayan siber dünya, sadece aileleri ve onların geleceği olan nesilleri tehdit etmiyor…
Bugün kuralları olmayan siber dünyanın önündeki en büyük hedef ise “devletler” dir…
Evet, bugün devletler nasıl bir tehditle karşı karşıya olduklarının farkına varmış durumdalar…
Fakat bu tehdidi kontrol altına almanın o kadar kolay olmadığını da aynı farkındalıkla keşfetmiş durumdalar…
Tarihte yaşanan çok büyük devrimler genellikle devlet dışı unsurlar ya da mucitler tarafından keşfedilmiş ve sonunda da mutlaka elde ettikleri güçle devletleri kontrol altına almaya çalışmışlardır…
Bunun en önemli örneği sanayi devrimidir…
Bu devrim de, devleti tehdit eder bir güç elde etmeye başladığında, devletin önünde tek bir seçenek vardı…
Ya bu devrimi kendi kontrolüne alacaktı ya da ona yenilecekti…
Arkadan yürümenin bize sunduğu berraklıkla çok iyi biliyoruz ki bu mücadele devletin başarısıyla sonuçlanmıştır…
Devletleri tehdit eden ve son derece karmaşık gibi görünen dijital muhalefette, çok daha derin bir tecrübeye ve akla sahip olan devlet mekanizması tarafından ve kendi geleceğini teminat altına almak adına mutlaka kontrol altına alınmak zorundadır…
İnsan doğasının en çok ihtiyaç duyduğu “güven” duygusu adına hiçbir şey sunmayan, yalan ile doğrunun neredeyse aynı değerde olduğu, kimi nerede ve ne zaman hedefine alacağı belli olmayan hatta hedefi dahi olmayan ve ayırt etmeksizin bütün toplumların -adeta uzaylı yerine koyduğu- yeni nesillerinin gönüllü desteğini ve enerjisini kazanmış bu dünya, kontrol edilmez ise en önemli güven kaynağı olan hem ailenin hem de devletin en ciddi düşmanı haline gelebilme potansiyeline sahiptir…
Bu, sosyal medyanın yasaklanmasının bir savunusu olarak asla değerlendirilmemeli; kaldı ki bir kullanıcısı olarak -ama bilinçli olduğuna inana bir kullanıcısı olarak- bunu asla savunacak değilim…
Ama kontrolsüz ve yeni nesilleri nereye sürüklediği belli olmayan, fırtınalı bir denizde dümensiz bir gemi konumundaki bir sosyal medyayı ve onun yolcularını da mutlaka kurtarmak zorundayız…
Üstelik bunu kendi geleceğimiz adına yapmak zorundayız…
Özgürlüklerin en büyük tehdidi konumundaki hatta itibar suikastlarının merkezine dönüşmüş lidersiz, hedefsiz, kuralsız bir dünya,“özgürlük kısıtlaması” safsatasıyla da asla savunulamaz…
Kaldı ki sosyal medyanın kullanıcılarını aldattığı en büyük yalan da şudur; “Fırsat eşitliği ve her kesin sesini dünyaya duyurma” yalanı…
Oysa her kullanıcı iyi bir muhasebe yaptığında ve her saldırının birkaç gün içinde bir hiçe dönüştüğünü göz önüne aldığında göreceği; Sosyal medyada çok konuştuğunu zannedenlerin aslında hiç konuşmadıkları gerçeğidir…
Umudum: Gerçek sanalı mutlaka yenecektir; tarih ve onun sunduğu hakikat bize bu berraklığı sunmaya muktedirdir…