Evet, en başından söyleyeyim ayaklarımın yere bastığını ve ülke olarak hangi koordinatlarda olduğumuzu; sadece coğrafi olarak değil ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan da…
Ama aynı ölçüde suyun tarihteki değerini de biliyorum… Denizlerin, hâkimine neler bahşettiğini… Irmakların, etrafını mesken tutanlara nasıl cömert davrandığını…
“Su medeniyettir” desek abartmış olmayız kanaatimce… Deniz imparatorluklarıyla kara imparatorluklarının reflekslerinden bile okuyabilirsiniz, suyun insan hayatı için ne demek olduğunu…
Mesela Nil… Nil olmasaydı bugün geometri ve astronomiden bu denli bahsedebilir miydik?
Denizler, okyanuslar olmasaydı Roma, Britanya, Osmanlı o devasa sınırlara ulaşabilir miydi mesela?
Dicle ya da Fırat olmasaydı “Mümbit Hilal” olur muydu hiç?
Etraflarına saçtıkları bereketle insanlarını zenginleştiren nehirler ve denizler, onların dinlerine ya da inançlarına bakmadan sundular nimetlerini; Çünkü Allah, çalışana veriyor vermek istediğini…
Suyu merkeze alan devletler daha çok medeniyetin ya da şehre ait olanın temsilcisi olmuşlar; tarih boyunca…
Her türlü alış-veriş insanların dış dünya ile olan bağlarını güçlendirmiş ve insanlık tarihinin ortak mirası oluşmuş…
İsterseniz bir de şuradan bakalım; ifade etmek istediklerimin gücünü test etmek için…
Yangtze/Çin, Ren/Avrupa, Mekong/Güney Doğu Asya, Douro/Portekiz ve İspanya, Neretva/Bosna Hersek, Cano Cristales/Kuzey Kolombiya, Tuna/Avrupa, Nil/Mısır, Ganj/Hindistan ve Bangladeş, Amazon/Güney Amerika, Dicle ve Fırat/Türkiye saydığım bütün bu nehirler, bulundukları coğrafyanın adeta can damarı konumunda…
Şimdi bir an için bu nehirlerin hiç olmadığını düşünün… Acaba onlarla birlikte neler de hiç “yokmuş” gibi olurdu?
Öyle zannediyorum ki onların yokluğunda, bugün aynı coğrafyalarda nelerin “var” olabileceği sorusunun cevabı da çok hazin olurdu…
Evet, Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekâtı” benim ifade etmekten aciz kalacağım kadar derin bir sembolik mana taşıyor işte…
Elbette Fırat bin yıllardır o coğrafyaya gerçek nimetlerini sunuyor; suya yakışan cömertliğiyle…
Bizde suyu merkeze alan medeniyet şuuruyla o coğrafyaya “Barış Pınarı” olup akacağız yeniden…
Ayrıldığımızdan beri dengesi bozulan o coğrafyada yeniden denge unsuru olacağız; Allah’ın izniyle…
Kadim nehirler gibi istikrarlı/kararlı olduğumuz sürece, akacağımız yatağa da biz karar vereceğiz yeniden…
Kısa süreli kesintilerin bir insan ömründe olduğu kadar hükmü yoktur tarihte…
“En büyük işaretin nedir?” diyenler cevabım da şudur:
Tıpkı dedesi gibi zulmün/zalimin üstüne,“düğüne” gider gibi giden Mehmedimin şuuru…