“23 yıllık evliyiz. Dört çocuğumuz var. En büyük sıkıntım, evimizin her an savaş alanına dönüverecek gibi gergin bir atmosferde olması. Eşim her şeye bağırıyor ve yüzü hiç gülmüyor. Onu çileden çıkarmak için elbirliği yapmışız muamelesi yapıyor. Beraber dışarıya çıktığımızda fark ettim ki, eşim isterse gülebiliyor, tatlı sözle muamele edebiliyormuş. Eşimle dışarıda olduğumuz zamanlarda, hep yüzüne bakayım, o güler yüzünü bana da göstersin, bana da tatlı söz söylesin istiyorum. Dışarıdan eve gelmek istemiyorum. Dışarıdaki eşime aşığım. Eşimin eşi değil de arkadaşı olsaydım keşke’ diye hayıflanıyorum. Fakat eve gelince adeta kimyası değişiyor, yüzüne bakınca kendimizi suç işlemiş gibi hissettiriyor. Dışarıda melek, içeride zehir zemberek. Bunu görünce kahrediyorum ve, ‘Ben ve çocuklarımız, senin dışarıda iyi davrandığın insanlar kadar gözünde değerli değil miyiz? Niye bize gülümsemiyorsun ve bağırıp çağıran bir insana dönüşüyorsun. Biz iyi davranmanı hak etmiyor muyuz?’ diyorum. ‘Ben şu yaşa gelmiş adamım, beni değiştirmeye uğraşma, değişmem. Ben buyum, işine gelirse’ diyor. Çocuklar, ‘Anne babam niye böyle?’ dediklerinde açıklayamıyorum. Babalarının yanında durmak istemiyorlar, ‘Babamızı sevmiyoruz’ diyorlar. Ben de giderek sabırsız, hırçın, tahammülsüz birisi haline geldim. Bu durum bütün hayatımızı etkiledi, hepimiz mutsuzuz.”
Davranış kalıplarımız daha çocukken anne babamızın değer kriterlerine göre oluşur. Anne babamızı takip eder, gittikleri yoldan gidip, izlerini süreriz. Evet ve hayırları onların beğenilerine göre yaparız. Kimlik-kişilik binlarımızın tuğlaları gibi olan yaşama kalıplarımız böylece oluşur. Bu örnekteki gibi, ailede kötü davranıp dışarıda iyi davranmak; çoğunlukla ferdin sosyal onay merkezli bir ailede büyüdüğünün ifadesidir. Giyinip kuşanması, çocuğun ders başarısı, oğlunun sünneti, kızının gelin, oğlunun damat olması, hep başkalarının beğenmesine ayarlı olmuşsa, bu tarz çocuğa yapışır. Bu anlayışta; el iyi desin yeter ki. Evin içindekiler mi? Onlar artık kendisinin ve evin içindeler. Evde ne yaşandığını kimse görmüyor. Kendi işi ne kadar önemli olursa olsun, dışarıdan birisi bir şey istesin, gözü bir şeyi görmez, hayır diyemez, gerekirse yataktan kalkar yapar. Evde eşi ya da çocuklar bir şey isteyecek olsa, çoğu kere kılını bile kıpırdatmaz ya da söylenerek ve memnuniyetsiz olarak yapar. Kendini anlamlı ve değerli hissetme duygusu başkalarının taktirine göre oluşmuş bu kişler, ne kadar iyi yönü varsa dışarıdakilere gösterir. Evde duygusal fakirlik kol gezer.
Bütün değerimiz Allah’a (cc) ait olmamızdan kaynaklanır. Biz, sadece elin takdir etmesinin değerli olduğunu çocuklarımıza öğretirsek, onlar da buna göre yaşarlar. Oysa, Allah Rasulü’nün (sav) hayatına göre yaşamak bize değer katar. Bunun olmaması, bizi geri dönemeyeceğimiz tehlikeli vadilere savurur ve insanlıktan çıkarabilir.
Aile; Allah’ın rızasının kazanılması için rehberlik merkezi ve hayatın yol haritası üssüdür. İnsani değer, Allah Rasulünün (sav) modellendiği bir insan tipine ayarlı olmalı ve kalite, ailede ne yaşandığına göre belli olur. O halde, Peygamberimize (sav) bakıp yumuşak bir ahlaka bürünmeye var mısınız? Cahilce kayıtlara göre değil ve bizi yüceltecek değerlere göre yaşamaya var mısınız? Yoksa, hayattan kopan ve hayattan koparan birisi oluruz. Kendimize soralım, iki günlük dünya da buna değer mi?