Öğretmenlik yaptığım yıllarda hep içimde kalmıştır, bir sabah sınıfa girip, “Çocuklar bugün Gazze’de…” diye söze başlamak, dünyada olup biteni anlatmak istemişimdir. Mazlum haritalarında olup biteni onlarla konuşup, “Hadi ayağa kalkın, siz çok önemlisiniz” diye bağırmak istemişimdir. Başta televizyonlar, sonra aileleri, sonra sistem beni yenmiş, yutkunmuş, susmuşumdur.

Önceki gün İzmir Anadolu İmam Hatip Okul Aile Birliğinin konuğu Adem Özköse’ydi. Gidip sonuna kadar keyifle onu dinledim. Sesine, derdine yüreğimi katarak, hatta kendi yapmadıklarımdan dolayı kıskanarak onu dinledim. Çocuklara yıllardır benim anlatamadıklarımı anlatırken, içimdeki adam işte bu diyordu…

Gençler, kendinize bir dert edinin. İnsan derdi kadardır.

Gençler, okuyun ve gezin.

Dünyada bu kadar acı varken biz dertsizsek Müslümanlığımızı da, insanlığımızı da sorgulamalıyız. Bu coğrafyada, yani bütün ümmetin umudunu bağladığı bu coğrafyada yaşayıp da dertsiz olmamız mümkün değildir.

İşkodra’dan bahsediyor. Yaşı yetmişi geçmiş teyzelerin, annelerin sırf Osmanlı’nın torunlarını göreceğim diye stadyumda maça gelişlerinden söz ediyor. Manila’da yemek yedikleri lokantanın sahibinin “Sizin hesabınız Davos’ta ödendi” diyerek hesap almadığını anlatıyor. Gazzeli çocukların travmalarından, acılarından bahsediyor. Bağdat mescidinin imamının onları Osmanlı’nın torunları diye karşılamasından, dolmuşta Filistinlilerin hepsinin ayağa kalkıp yol parasını ödemek istediklerinden, Nepal’deki “tanrıçalardan” bahsediyor. Ve bu örneklerin arkasına ekliyor.

Biz aslında bir deviz. Ama bunun farkında değiliz. Devin yükü ağır olur çocuklar. Tüm dünya mazlumları sizi bekliyor çocuklar. Asya, Afrika, Kafkasya sizi bekliyor. Bu dünya adaletsiz, bu dünya savaşlarla, zulümlerle dolu bir şeylerin artık değişmesi lazım. Değiştirecek sizlersiniz.

Benim aklım Adem’den çok salondaki çocuklarda, ne düşündüklerini merak ediyorum. Çaktırmadan bakıyorum. Gözleri kocaman, gözlerinin içi pırıl pırıl, yüzleri daha bir umutlu, sessizce dinliyorlar.

Bugüne kadar özümüzden çok bizi benzetmeye çalıştıkları bir şey vardı. Bunu da sistem en fazla çocuklar üzerinden yapıyordu. Aslını bırakıp bir şeye benzemeye çalışıyorsan her şeyden önce benzemeye çalıştığına karşı “aşağılık kompleksini” baştan kabul ettirirsin. Önceki günkü konuşma o komplekslere ağır bir darbe vuruyordu. Bunun için çocukları merak ediyordum.

Bugün beyinlerimiz sürekli bir saldırı altında. Özellikle de çocuklarımız, gençlerimiz tehdit altındadır. Bunu özellikle küresel sermayenin efendileri medya dediğimiz iletişim araçlarıyla gerçekleştiriyorlar. Bir toplumun beyinlerini, ruhlarını esir alırsanız artık o toplum bağımsızlıktan söz edemez. Özgürlükten söz edemez. Bağımsızlık, özgürlük gibi kelimelere artık başka anlam yüklenmiş, söylediğiyle yaşadığı arasındaki çelişkiye karşı kör edilmiştir.

Bu korkunç silaha karşı belki de tek silahımız öğretmenler ve anne, babalardır. Ancak onlar da bu saldırı altında etkisiz kalmışlardır. Hala ben okullarda bir şeyleri anlatırken toplumun gerisinden gelmeyi anlamış değilim. Medyanın hunhar saldırısına karşılık belki öğretmenler anlatmalı ne olup bittiğini, babalar anlatmalı diye düşünüyorum. Çocuklar artık her şeyi biliyor. Medya tarafından beynine gönderilen sinyaller, semboller üzerinden tanımlarını yapıyorlar. Biz bilmiyor sanıyoruz. Onlar da bize “mış” gibi yapıyor.

Bir taraftan Adem’i dinliyorum. Bir taraftan çocukları gözlüyorum. Bir taraftan bunları düşünüyorum. Adem’in aklımda kalan bir sözü beynimde plak gibi dönüyor:

Mursi’ye bir bakın, kafesteki yüzüne bakın, duruşuna ses tonuna bakın, hangimiz daha özgürüz?