Siyaset denildiğinde toplumda ilk akla gelen şey çatışma oluyor. Maalesef tamamıyla yanlış olmasına rağmen eski Türkiye’den kalan bir miras bu. Devleti çevreleyen vesayet odakları bürokratik oligarşi ile her şeye muktedir olurken, aranan suçlunun ya da filmin kötü adamının siyaset olmasını istediler. Bir taraftan halkın seçtiklerinin elini kolunu bağlayıp hiçbir şey yaptırmıyorlardı. Ülkeyi yöneten seçilmişleri emirlerindeki tek sesli basın tarafından bütün olumsuzlukların tek sorumlusu olarak gösteriyorlardı.  Ve o gazetelerde çarşaf çarşaf en güvenilir kurum istatistikleri yayınlatıyor, tabi ki bu kurum kendileri oluyordu. Siyasi tarafların gayet doğal olan tartışmalarını çatışma olarak pazarlıyorlardı.

      Oysa siyaset hayattır. Şu yol şuradan geçsin, hastaneler böyle olsun, okullarda kütüphaneler şöyle olsun demeye başladığınız andan itibaren siyaset yapıyorsunuzdur. Siyasetin temel iki enstrümanı talep ve bu talebe karşı oluşturulabilecek çözümlerdir. Temel beşeri yargıya göre bu talepler sınırsızdır. Kaynaklar ise sınırlıdır. Günümüzde bir çeşit kaos yaşayan dünya teknolojik gelişme ve iletişim imkanlarıyla talep kısmını çıldırtmıştır. Hatta oyunun kurucuları bile bu çılgın talep karşısında ezilmektedirler.

         Beni ilgilendiren kısmına gelince ben siyasetinde eğitimin konusu olduğu kanaatindeyim. Milli Eğitim Bakanlığı uzunca bir süredir bu konuda çalışmalar yapıyor. Gerek sınıf başkanlığı, okul başkanlığı seçimleri gerekse öğrenci meclisleri ve müfredatta ki yeni eklemelerle çocuklarımıza demokrasi kültürünü vermeye çalışıyor. Önümüzdeki referandumda lise son sınıftaki çocuklarımızın oy kullanacağını hatta sonrasında milletvekili adayı olabileceklerini düşünürsek belki bu çalışmaların daha da geliştirilmesine ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz.

      Ancak; yeni dünyada eğitimin sadece okullarla sınırlı olabileceğini düşünmek mümkün değildir. Her şeyden önce toplumun tamamını hedef alan iletişim bombardımanı çocukların üzerinde düşünülenden daha da etkili olmaktadır. Çocuklar sosyal medya üzerinden yapılan algı operasyonlarına karşı oldukça savunmasız kalmaktadırlar. Bu durumda eğitimin okul dışındaki en önemli paydaşı olan aile aklımıza geliyor. Anne babalardan bu desteği almak önem kazanıyor.

      İşte tam bunu söylediğimizde kocaman bir soru işareti ile karşılaşıyoruz. Toplumun genel algısındaki bozukluklar dediğimizde aileyi bunun dışında tutmamız mümkün görünmüyor. Anne babaların çocuğun bilgilendirilip hür iradesiyle seçimini yapmasını sağlamasından çok kendi düşüncesini empoze yoluna gideceğini biliyoruz. Yani;

Henüz referandum maddelerini bile okumayan bazı ebeveynlerin çocuklarımıza

Muhtarlıklar kapanacakLokantalar kapanacak

Gibi laflar etmesinden korkmuyor da değiliz. Daha önce bir yazımda uzun uzun bahsetmiştim. Çocuk yeni yürümeye başlar. Ayağını sehpaya çarpıp düşer. Annesi “Pis sehpa” diye sehpayı döver. Onun için bu ülke benim gibi 50 yaşında sürekli suçlayacak sehpa arayan insanlarla doludur. Demokrasi bir ahlaktır. En güzeli kendini anlatmaktır. Başkası üzerinden yapılan anlatımlar sakattır. Sürekli ötekini kötüleyerek, yok sayarak, yapılan her şeye muhalif olan çocuklar yetiştirmeyelim. Ülkesinin derdiyle dertlenen ve sorunlara çözüm üreten kendi aklı ve fikrini başkalarına emanet etmeyen çocuklar yetiştirelim…