Hüzünlü hayat hikâyenin en gizli köşelerine sesimin dokunduğunu öğrendiğimde sevinmiştim. Belki de bilmeden ettiğimiz iyilikler, ‘Ben yaptım’ diye bilmediğimiz hayırlar yüzünden kurtulacaktık. Beni böyle ümitlendirdin o gün.
Hiç tanımadığım sana, varlığından haberdar olmadığım ağır hastaya, sesimin erişmediği köşelerde, şifa oluyormuş sözlerim. Kemoterapi ilaçlarının yol açtığı bulantılı loşluklarda, “lâ tahzen…”leri duya duya ümitlenmişsin. Dünyanın fenasından ahiretin sonsuzluğuna doğru hicretinin ‘sevr’iymiş meğer genç yaşında aldığın teşhis. Dayanılmaz ağrıların nefesinle beraber ümidini de tükettiği anlarda, Allah’tan gelene razı olma sınavı verirmişsin ailene ve dostlarına. Benim gibi lafla değil, bedel ödeyerek. Edebiyatla değil, hayatla konuşmuşsun…
‘Göğe bakma durağı’ diyordun hastalığın için. Dünya dertlerini küçültme yeriydi Allah’ın isabet ettirdiği hastalıklar. ‘Gökçekimi’ne tutulduğunu anlamıştım tanıştığımızda. Buradaki her şeyi hafif buluyordu yüreğin. Ötelere ağmış bir yağmurdu sessizliğin.
Hatırlarsın. Önceki yıl, kendini iyi hissettiğinde, sınıfına döndün. Çocuklarda bir sevinç bir sevinç. O ümitli gözlerin beyazında yenilenmişti nefeslerin. Kesik nefeslerinle heyecanlı dersler anlatıyordun. Hele bir de ‘melek’ vardı aralarında. Şefkat umduğu ellerde öyle örselenmiş, öyle kırılmıştı ki. Sanki ‘melek’ için geri göndermişti Sahibin seni göreve. Yazmanı istemiştim. “Ama yayınlamamak şartıyla…” demiştin. “Belki yakında, ben gidince…” diye tembihlemiştin.
Yakınmış meğer.
Bak ne yazmışsın: “Çirkin, çok çirkin bir suçun mağduru ‘melek’. Yüzüne baktıkça insanlık adına ben suçlu buluyorum kendimi. Onu utandırmaktan ölesiye korkuyorum. O beni utandırdığının farkında değil. Tanıştık. İçim alev alev acıyken, ondan saklamalıydım acıdığımı. Şakalaşıp gülüştük. ‘Dua ediyor musun?’ diye sordum gülümseyerek. Gözlerinde bir ışıltı belirdi: ‘Ediyorum. Hem de çok dua ediyorum. Dua edince içimde kelebekler uçuşuyor, çok heyecanlanıyorum, çok mutlu oluyorum çok…’ Kaldım öylece. ‘Nasıl yani?’ dedim. Cevap verdi hemen: ‘Her şeyi veren Allah değil mi? Duamı ediyorum sonra O’na bırakıyorum. Bekliyorum, benim için şimdi vermezse, sonra verecek…’’
Bize esip geçmeyi öğrettin hocam. Bağışla, sen gider gitmez, dağıttım mirasını, dersini paylaştırdım. “Göğe bakma durağı” nöbetini bize bıraktın. Çok sevdiğin secdelerin kalbine koyup da gittin canını. “Lâ tahzen…”lerimizi anlat En Sevgili’ye… Özlediğimizi söyle. Mahcubiyetimizi anlat.
Bize emanet meleklerinin içinde uçuşan ‘dua kelebekleri’ni sana gönderiyoruz.