Bugünlerde yeni bir kitap telaşındayım. Şiirli yazılarımı bir kitapta toplamak istiyorum. Onun için Diriliş Postası’ndaki yazılarımı tekrar gözden geçiriyorum. Zaman ne çabuk geçiyor. 28 Şubat 2015 sabahı bayileri gezdiğimi hatırlıyorum. Bulduğum gazeteleri eşe dosta dağıttığımı hatırlıyorum. Ne heyecandı şimdi bile hissediyorum. Hatta değerli bir büyüğümüz “ Hiç 28 Şubat’ı böyle heyecanla bekleyeceğimi sanmıyorum” demişti. Buradan Hakan Albayrak’ın da kulaklarını çınlatmak istiyorum. Direkt lafa girmişti:
Abi haftada kaç yazı gönderebilirsin?Ne yazısı nereye?Gazetenin Kültür sanat sayfasında yazmanı istiyorum.Dört gün yazarım…
Bunu hiç düşünmeden söylemiştim. Çünkü Bir fikir gazetesine açlığımızı epeydir eş dostla konuşuyorduk. İlk örnek yazılarımı gönderdiğimde Hakan geri döndü ve dedi ki: “Abi herkes gündemi yazıyor bana edebiyat lazım.”
Ve böylece başladık. Gündem yazmak nispeten kolaydı. Bu ülkenin gündemi hep doludur. Kahvehanelerden gazete köşelerine kadar konuşulanlara yetişemezsiniz. Ve her vatandaş konuşurken bir başbakan edasıyla olması gerekeni konuşur. Vesselam bu ülkede siyasi olmak, yönetici olmak hem zordur hem keyiflidir. Böyle bir sosyal yapının içinde bu gündemden ayrı bir yerde durursanız da garip karşılanırsınız.
Budapeşte’de bir meydanda birkaç yüz kişi bir araya gelmişti. Oldukça sessiz konuşmacıyı dinliyorlardı. Arada cılız alkış sesleri yükseliyordu. Görüp ne olduğunu sormuştum. Ülkenin bir bakanı miting yapıyor deyince gülümsemiştim. Evet bu ilgi, bu ahkam zaman zaman bizleri rahatsız etse de bu durum her vatandaşımızın ülkesine ilgisinin yüksek olduğunu gösterir. İşte bunun için 4 gün yazarım demenin hiç de kolay bir şey olmadığını biraz geç anladım. Gündemi siz belirlemiyorsanız, gündemin içinde kalmak da sanatçıyı zorluyor. Gündem sizi bir noktaya odaklar. Oysa evren ve hayat binlerce ayrıntısıyla yanı başınızdan akıp gitmektedir.
Burada o ilk günlerdeki selamlama yazımın bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü hala zor yazılar yazmaya çalışıyorum.
“Yazılara başlarken bir selamlama yazısı yazamadım. Sebebi bu köşede ne yapacağımı okuyucuya nasıl izah edeceğimi bilmiyordum. Önce biraz yazayım dedim. Sonra Selâmünaleyküm dediğimde herkes zaten ne yaptığımı görmüş olur.
Uzun yıllar sonra diriliş postasıyla günlük matbuata tekrar döndüm. Günlük gazetede devam ettirilmesi, okuyucunun da benimsemesi zor olan bir uğraşa girdim. Şiir üzerinden derdimi anlatacaktım. Şiirli yazılar yazacaktım. Gündemin gerdiği, yorduğu yerde okuyanı şiire çağıracaktım. Onca mücadelenin canhıraş tam ortasında belki tekrar aşkı anlatacaktım. Bir gazetede bu çalışmalar sırıtır mı diye kaygılarımda vardı. Çok şükür dört haftadır yazıyorum. Olumsuz bir tepkide almadım.
Uzun süredir ülkemizde şiir gündem oluşturmuyor. Keskin vicdanlı şairlerin sesleri okullarda kahvelerde dolaşmıyor. Haddim değil ama ısrarla şiiri bir üst dil olmaktan çıkarıp hayatın içine çekmek istiyorum. Şiiri hayatın içine çekmek deyince onu dillere düşürmek, şiirle konuşabilmek gerekiyor. Bu anlamda bir handikabı da yenmeye çalışıyorum. Serbest ya da modern dediğimiz şiirle, klasik şiirimizin içinde barındırdığı bir tartışmadan yola çıkıyorum.
Klasik şiir kurallarıyla sınırlama getirdiği için şiirin yeşermesi gereken özgürlük alanını daraltır, şairin sesini bağlar. Buna karşılık klasik şiirde ses ve estetik vardır. Emek vardır. Bunlar inkâr edilemez. Ama yeterince samimi değildir. Kurallar ve matematik doğallığını rahatlığını bozar. Modern şiirin en büyük handikabı da ses ve estetik açıdan kaygısızlığı, vurdumduymazlığıdır. Anlatma ve gösterme arzusu bir üst dil olan imge ile birleşince artık ses ve estetik adına sıkıntılara neden olur… Bunun için sürekli serbest şiirde ses üzerine çalışıyorum. Lugaz, irşad gibi klasik şiir sanatlarını serbest şiirde tekrar kullanıyorum. Kısacası şiir yazıldığı kadar söylenilebilmeli. Şairin sesi hayatın seslerine eklenerek çoğalmalı.
Sonuç olarak; ancak “Diriliş Postası” gibi bir gazetenin yer verebileceği bu yazılarla haftada dört gün sizlerin karşısına çıkıyorum. Size şiirler söylüyorum. Sürçü lisan eylersek af ola… Selâmünaleyküm
Size şiirler söyleyecektim
Dudaklarımı kanatmasaydı
Gözyaşınızdan bana düşen sır
Gölgem büyürken kaldırımlarınızda
Biliyordum beklediğinizi perdelerin arkasında
Kahvenin telvesine sorduğunuzu beni
Adımın yasak olduğu odalarınızda
Korkmayın diyecektim;
Korkmayın en fazla sizin de uykunuz kaçar
Ürkek olmazdı bu kadar mısralarım
İki şehrin arasında vurulmasaydı kuşlar…”