Avusturya’da 29 Eylül’de genel seçimler yapılacak. Kamuoyu araştırmalarına göre, aşırı sağcı FPÖ’nün yüzde 28 oy oranıyla açık ara birinci parti olması bekleniyor.

Aşırı sağcı FPÖ yaklaşık çeyrek asırdır Avusturya siyasetini domine ediyor. Bu bakımdan Avusturya, 2000 yılından itibaren aşırı sağın koalisyon ortağı olarak normalleştirildiği ilk Batı ülkesi olarak ön plana çıkıyor. Bir bakıma Avusturya’nın, Batı siyasetinde aşırı sağın normalleştirilmesi sürecinde pilot ülke olarak kullanıldığını söyleyebiliriz.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avusturya siyasetinde üç ana kamp öne çıkmıştı: Sosyal demokratlar (SPÖ), muhafazakârlar (ÖVP) ve Alman milliyetçileri (FPÖ). Bu üç kampın yarattığı siyasi bölünme, "Üç Kamp" (Lager) olarak bilinen yapıyı ortaya çıkarmış ve uzun yıllar boyunca Avusturya siyasetinde belirleyici olmuştur.

1945 yılında Avusturya; ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmişti ve bu süreçte Nazi yanlılarına siyaset yasağı getirilmişti. Ancak, bu yasak 1949 yılında kaldırıldı ve aşırı sağcı VdU (Bağımsızlar Birliği) partisi ortaya çıktı. VdU'nun devamı olan FPÖ (Özgürlük Partisi), zamanla aşırı sağın önde gelen temsilcisi hâline geldi.

Nazi yanlılarına getirilen siyaset yasağı 1949 yılı gibi erken bir tarihte kaldırılmış olmasına rağmen tüm Batı siyasetinde olduğu gibi, Avusturya’da da aşırı sağcılar marjinalleştirildi ve toplumsal hayatın dışına itildiler. Aşırı sağın etrafında “Cordon Sanitaire” diye adlandırılan bir güvenlik bariyeri inşa edildi.

1986 yılında Jörg Haider’in FPÖ liderliğine gelmesiyle birlikte, parti göçmen karşıtı, milliyetçi ve popülist bir çizgide ilerlemeye başladı ve bu politikalarla önemli bir seçmen kitlesi kazandı. 1999 seçimlerinde FPÖ’nün elde ettiği başarı, 2000 yılında ÖVP (Avusturya Halk Partisi) ile koalisyon hükûmeti kurmasına neden oldu. Bu gelişme, Avrupa Birliği’nin Avusturya’ya karşı diplomatik yaptırımlar uygulamasına yol açtı ancak söz konusu yaptırımlar kısa sürede kaldırıldı ve aşırı sağ söylemler ana akım siyasette normalleşmeye başladı.

2017 yılında ÖVP liderliğine Sebastian Kurz’un geçmesiyle birlikte, ÖVP de giderek aşırı sağcı söylemleri benimseyen bir parti durumuna geldi ve FPÖ ile bir koalisyon daha kurdu. Bu adım, aşırı sağ söylemlerin Avusturya siyasetinde daha da yerleşik hâle gelmesine yol açtı. ÖVP, bu stratejiyle FPÖ’den oy çalarak seçmen kitlesini genişletti. Öte yandan, SPÖ (Sosyal Demokrat Parti) de Burgenland Eyaleti Başbakanı Hans Peter Doskozil liderliğinde benzer bir yol izleyerek sağ söylemlerle oy kazanma yoluna gitti; bu da parti içinde sol ve sağ kanatlar arasında ciddi çekişmelere neden oldu.

Diğer partiler de bu aşırı sağ söylemlerin etkisinden kaçamadı. Göçmen yanlısı bir parti olarak bilinen Yeşiller, koalisyon ortağı oldukları dönemde bazı göçmen karşıtı politikalara göz yummak zorunda kaldılar. Liberal çizgide bir parti olan NEOS ise zaman zaman aşırı sağın etkisine girdi.

Sonuç olarak, Avusturya’da aşırı sağın normalleşmesi sadece FPÖ’nün yükselmesiyle değil, aynı zamanda ÖVP ve SPÖ gibi ana akım partilerin de stratejik olarak bu söylemleri benimsemesiyle mümkün olmuştur. Bu durum, Avusturya’da siyasi dengenin değişmesine ve aşırı sağ söylemlerin toplumda daha fazla kabul görmesine yol açmıştır. Önümüzdeki dönemde, Avusturya’da aşırı sağ söylemlerin daha da güçlenmesi olasıdır ve bu da Türkiye ve diğer ülkelerin Avusturya ile ilişkilerini yeniden değerlendirmelerini gerektirebilir.