Beyin, vücuttaki her alıcıdan gelen verileri tanımlayan bir organ olduğuna göre, tutulması halinde de nelerin olabileceğini kestirmek zor olmasa gerek. Bir başka yönü de şu; beynin, gelen verileri, taşıdığı bilgi ve tecrübelere dolayısıyla da inançlara göre yorumlaması; inandığı gibi görmesi ya da duymasıdır…
Her gün milyonlarca insan olarak aynı haber kaynaklarından bilgileniyor ve aynı şeylere bakıyoruz aslında… Fakat sonrasında yaşananlar bize şunu net olarak veriyor ki aynı konuşmadan aynı şeyleri anlamıyor, gördüğümüz aynı şeye aynı anlamları yüklemiyoruz. İşte tam da bu noktada “değer yargısı” ortaya çıkıyor…
Siyasette ise bu farklılaşma çok daha kesin ve keskin olarak cereyan ediyor. Tarafsız bakabilmenin, her şeyin üstünden bakabilmenin önünde ciddi ideolojik setler var çünkü… Bu setler, hakikati perdeleyen ve aklı tutan perdeler maalesef…
Bu durum öyle garip tecellilerle önünüzde cevelan ediyorlar ki şaşırıp kalıyorsunuz… İşin çok daha garip tarafı -bir hakikatin inkârı dışında- bu akıl tutulmasını fark edememek ve onunla birlikte oluşan bilgiye şüphesiz iman etmek…
İktidara muhalif bir lider, yapılan onca güzel ve devasa şeye “yok” dediğinde, ideolojik beyinde gözünün gördüğü hakikate değil de söylenene iman ediyor. O devasa “var” olanlar bir inkâr ile “yok” oluveriyorlar bir beyinde… Bu “yok” oluş öyle hesaba katılmayacak bir duruma tekabül etmiyor… Çünkü etrafta ne olursa olsun, onlar bir akıl tarafından idrak edilemediğinde o akıl için “yok” hükmündedirler…
O sebeple tasavvufta akıl, “Akl-ı Meaş ve Akl- Mead” olarak ikiye ayrılmıştır. Birisi hakikati tam olarak idrak edebilirken diğeri bu güce erişemez… İrfanı ve burhanı yüksek bir zeminden bakabilmek koşuluyla hakikate ulaşılır çünkü…
Bu topraklarda burhanı olmasa da irfanıyla bakabilenlerin sayısı her daim, aklı tutukların önünde olmuştur… Perdesiz bakabilenler sayesinde bu topraklar bin yıldır vatan olabilmiştir…
Eğer bir akıl tutulması yoksa orta yerde, o vakit nasıl izah edeceğiz koskoca havalimanının, yolların, hastanelerin, metroların, trenlerin, savunma sanayiinde yapılanların, Suriye’deki askeri başarıların ya da PKK/PYD’yi hüsrana uğratışların bir “hiç” mesabesine indirgendiği akılları… Ya da gerçekten hadiseler onların dediği gibi ise bu hakikatleri her akıl da aynen inkâr edebilir mi? Ve sonra her akıl bu inkârı onaylayabilir mi?
Mesela bir insanın dünyanın bütün hakikatlerine rağmen –evet bir sorun olduğunu da inkâr etmeden- “Türkiye’deki enflasyonun dünyanın üçüncü en yüksek enflasyon” olduğunu iddia etmesi hangi akılla izah edilebilir… Bu, aklın tahlilinde iyi niyet ya da doğru aranabilir mi; ya da insaf?
“Bir akıl, kendi hakikatine bu kadar kapalı ama düşmanına bir o kadar açık nasıl olabiliyor?” derseniz, işte cevap da orta yerde öylece duruyor almak isteyenler için…Eziklik, devşirilmişlik ve o zeminde eğitilmişlik ile gelen inanma hali ve onun perdelediği hakikatler…
Onlar ne kadar “yok” deseler de gören gözler var bu ülkede… “Yok” diyenlerin “var” diyenlerin gözündeki komik halleri var birde… Ne yazık ki onlar bundan bile bihaberler…