Macron, 1915 olaylarının yıldönümü olan 24 Nisan’ı ‘Ermeni soykırımını anma günü’ ilan etti.
Şöyle başlayalım…
Başından bu yana kendi kanlı infaz tarihini perdelemek için oraya buraya soykırım etiketi yapıştıran Fransa yine yaptı yapacağını!
Mitterand’la başlayan, topal Sarkozy ile zirve yapan…
Ve en sonunda cüce Macron ile (ön adı Emmanuel size bir şeyler çağrıştırdı mı?) son noktası konulan Ermeni soykırımı iddialarında gelinen noktayı nedense herkes es geçti.
Neler oluyor Allah aşkına!
Macron, 1915 olaylarının yıldönümü olan 24 Nisan’ı ‘Ermeni soykırımını anma günü’ ilan etti. Bizim karşı hamle olarak yaptığımız sadece “Fransa’nın, Ruanda’da 1994’te Tutsiler’e karşı başlatılan ve yaklaşık 800 bin kişinin öldüğü soykırımın asıl sorumlularını gizlediği” haberi ile birkaç resmi karşı açıklama oldu, o kadar…
Bu mudur?..
Evet, Fransa 1915 olaylarını 2001’de ‘soykırım’ olarak tanımıştı. Çok gürültü yapmamıza rağmen bu böyle olmuştu. Macron’un, 2017’deki seçim vaatlerinden biri, 24 Nisan’ı resmi anma günü haline getirmekti. Başardı da… Hatta, sözü edilen tarihi “Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenilerin acımasızca öldürülmesi” olarak niteledi.
Yetmedi, alay eder gibi “Fransa tarihle yüzleşir” diye bir de tweet attı.
Almanya, Çekya, İsviçre, Polonya, Avusturya, İtalya, Yunanistan, Belçika, Hollanda, Kıbrıs Rumları, Bulgaristan, Fransa, İsveç, Lüksemburg…
Bunların hepsi aynı safta…
Burada, Fransa’nın soykırım tarihini yeniden hatırlatmak değil niyetim. En azından bugün…
Mesele çok derin…
İsveç’in eski Türkiye büyükelçilerinden E. Cornel’in “Bir İslam ülkesinin kutsal Roma İmparatorluğu” başlıklı bir makalesi vardı. Şu satırlar o makaleden: “Avrupalılık bilinci, Türkler’in İslami yayılmacılığının önlenmesi için yürütülen mücadele sürecinde gelişmiştir. Dolayısıyla, Hıristiyanlığın İslam’a karşı konumu, Avrupa’nın Türklere karşı tutumu gibi, soğukluk ve umursamazlık temelindedir.”
Sonra, bugün Türkiye’de bile mebzul miktarda hayranı bulunan Alman rahip Martin Luther’in zehirli fikirleri. 15. yüzyılda Protestan mezhebini kuran bu adama göre, Türkler, Katolik Kilisesi’nin yanlışlarına, yolsuzluklarına karşı “Tanrı’nın gönderdiği ceza” olarak gönderilmiştir. Ve Türkler, “Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan şeytanın uşağıdır. Türk’ün tanrısı olan şeytanı yenmeden Türk’ü yenmek kolay olmayacaktır. Tanrı, işlenen sayısız günah ve nankörlük sebebiyle şeytan Türkleri Almanların başına bela etmiştir. Bir Türk’ü öldüren vicdan azabı duymamalı; tersine Hıristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır. Eğer Samson gibi güçlü olsaydım, çaresini bulur her gün bir Türk öldürürdüm.”
Avrupa’ya, özellikle Fransa’ya bu zehir dün şırınga edilmedi. Voltaire’in, Osmanlı-Rus Savaşı devam ederken Rus Çariçesi II. Katerina’ya yazdığı mektuptaki bazı satırları birlikte okuyalım:
“Yüce majesteleri, Türkleri öldürerek bana yeniden hayat veriyorsunuz. Siz Avrupa’nın gücünü aldınız. Türk dilini ve onu konuşanları Avrupa’dan sürmek gerek. İnsanlığın iki büyük baş belası var: Birincisi veba, ikincisi Türkler. Hümanizm ilkem olmasaydı, Türkler’in hepsinin kökünün kazınmasını görmek isterdim. Ben en azından birkaç Türk’ün öldürülmesine katkıda bulunmak isterdim. Gerçi bu benim hoşgörü ilkeme uymuyor, ama insanlar çekilişlerle yoğrulmuştur…”
Fransızlar’ın Türk düşmanlığı çok eskiye dayanır. 16. yüzyıldan bu yana yazılan neredeyse bütün edebi metinlerde Türkler hep aşağılanmıştır. “Turquerrie” adı altında sadece Türklere değil, bütün Müslümanlara hakaret edilmiştir.
Voltaire başta olmak üzere Hugo, Lamartine, Racine, Moliere, Montesquieu aynı kamptadır.
1694 tarihli Fransız Akademisi Sözlüğü’nde Türk’ün karşısında şunlar yazar: “Kaba, sert, amansız ve insafsız… Müslüman olmak, Türk olmaktır. Ağaçların kabuğu ve odunu arasına girip özsuyunu emen küçük kurda da ‘Türk’ denir. ‘Chier turc’: (Türk Köpeği), kılsız bir köpek türü.”
Uzayıp gider ama bitirelim…
Demem o ki…
Gelene ‘eyvallah’, gidene ‘eyvallah’ demeden az -biraz- düşünelim…