Örgütlü azınlıklar örgütsüz çoğunluğa hükmederler. Bu hakikatin yansımalarından biri de LGBT sapkınlığında açıkça görülebiliyor. 1980’lerden bu yana dünyada hızlı şekilde örgütlenen LGBT oluşumları bugün itibariyle hükûmetleri, meclisleri ve kanunları tahakküm altına alacak baskı unsuruna dönüşmüştür.
LGBT sapkınlığının ülkemizde yaygınlaşması yakın tarihlerdedir. 2000’li yıllardan sonra, özellikle de 2010’dan itibaren İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun yürürlüğe girmesi LGBT oluşumlarının ülkemizdeki varlığını meşrulaştırmış ve garanti altına almıştır.
LBGT oluşumları geçen zaman içinde adeta ideolojiye, siyasi harekete dönüşmüştür. Daha çok marjinal sol örgütlerle kol kola yürüyen bu oluşumların dile getirdiği “Hak ve Özgürlük” çağrısı bugün itibariyle belirgin bir dayatmaya dönüşmüştür.
Küresel LGBT oluşumunun merkezi konumundaki ABD, İngiltere, Hollanda, Fransa ve Almanya bu yayılımı finanse etmekte, kurdukları sosyal ağlar yoluyla diğer ülkelere aşılamaktadır. LGBT dayatması sadece Müslüman ülkelerin değil tüm dünyanın sorunu hâline gelmiştir. ABD ve Avrupa ülkelerindeki çoğu Katolik yapıların bu tehlikeyi fark ederek milyonların katıldığı yürüyüşler düzenlemesi bunun örneklerindendir.
LGBT dayatmasından kastınız nedir diye soranlar olabilir. Hemen cevap verelim. AB müzakere başlıklarından biri de LGBT haklarının tanınması ve sözde “Toplumsal Cinsiyet” rollerinin küçük yaşlardan itibaren çocuklara eğitim yoluyla aşılanmasıdır. Bu doğrultuda yıllardır Milli Eğitim Bakanlığı, Aile Bakanlığı ve yüzlerce dernek tarafından okullarımızda 7-13 yaş çocuklarımıza “Toplumsal Cinsiyet” eğitimleri verilmektedir. Bu eğitimlerin özü şudur; “İnsanın cinsiyeti doğuştan gelmez. Dileyen herkes kendi cinsiyetini seçebilir, dileyen erkek kadın, dileyen kadın da erkek olabilir. Bu sizin hakkınızdır ve dilerseniz çocukluktan itibaren bunu talep edebilirsiniz.” İşte bu zehirli talep devlet okullarında, seminer salonlarında, televizyon ekranlarında ve tüm sosyal medya platformlarında çocuklarımıza aşılanmaktadır.
Çocuklarımızın ve gençlerimizin izlediği film platformlarında LGBT propagandası yapılması sıradan bir durum hâline gelmiştir. ABD merkezli dünyanın en büyük dijital film üreticileri olan Netflix, Amazon, HBO, Fox, Blue Tv, Apple Tv, Mubi gibi milyar dolarlık şirketler sponsor oldukları dizilerde LGBT temasının işlenmesini zorunlu tutmaktadır. Sadece bu dijital platformların ürettiği film ve diziler tüm sektörün %80’ini oluşturmaktadır. Bu şirketler tarafından internet üzerinden yayılan dizilerde eşcinsel sahnelere yer verilmesi şart koşulmaktadır. Bu filmler ile okullarda verilen “Toplumsal Cinsiyet” eğitimleri eşgüdümlü ve planlı olarak çocuklarımızı zehirlemektedir.
Bunun yanı sıra kimi büyük bankaların, holdinglerin, burs veren vakıfların sözleşmelerinde LGBT hakları zorunlu madde olarak dayatılmakta, çalışan veya hizmet alanların bu oluşumlara katılması teşvik edilmekte, LGBT aleyhine söz sarf etmesi halinde başına gelecekler açık dille deklare edilmektedir. Tüm bu durumlar dayatma değildir de nedir?
Geçtiğimiz hafta İstanbul Saraçhane parkında 150 STK’nın katılımıyla gerçekleşen “LGBT Dayatmasına Hayır!” etkinliği işte bu hassasiyetlerden yola çıkarak ailesine sahip çıkmaya çalışan milletimizin sesi olmuştur. Kaldı ki imanın ilkeleri gereği bir Müslümanın cinsiyet seçiminin sonradan değiştirilebileceği yönündeki LGBT anlayışını kabul etmesi düşünülemez.
Elbette dileyen dilediği gibi inanabilir. Lakin hiç kimse çocuklarımıza azgınlık ve sapkınlığı sıradan bir “Hak-Özgürlük” meselesi olarak dayatamaz. Bu bakımdan aileyi koruması gereken Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın geçen hafta yapılan bu yürüyüşü “nefret söylemi” olarak değerlendirmesi kabul edilemez. Orada toplanan yüzbinler vakur şekilde kimseye hakaret etmeden, taşkınlık yapmadan ailesine ve çocuklarına sahip çıkmanın derdini dile getirmişlerdir.
Sayın Cumhurbaşkanımızdan istirhamımız Müslüman Türk halkının haklı taleplerine kulak verilmesi, aileyi ve değerlerimizi aşındıran, boşanma oranlarını hızlı şekilde artıran, çocuklarımızdaki LGBT eğilimlerini katlayan bu zehirli propagandanın önüne geçilmesidir. Çünkü bu milletin asıl sermayesi ahlaklı, donanımlı, şuurlu ve sağlıklı nesilleridir. Mevcut iktidarı uzun yılların özlemi ve beklentisi olarak destekleyen ve sorumluluk makamına taşıyan muhafazakâr/mütedeyyin kesimlerin tek talebi dün olduğu gibi bugün de aynıdır: “Çocuklarımızı inançlarımıza uygun şekilde yetiştirmek istiyoruz! Çocuklarımızı çağın felaketlerinden korumak istiyoruz! Tıpkı esrar/eroin/alkol/kumar/fuhuş gibi zehir yayan her türlü oluşumdan çocuklarımızın korunmasını istiyoruz! Müslüman olarak yaşayıp Müslüman olarak ölmek istiyoruz!”
Çok şey mi istiyoruz?