İnsanoğlu diğer tüm canlılardan farklı olarak, ontolojik boyutuyla ve yaşama ne tür bir anlam kattığı sorusunu sorma düzeyiyle kendi niteliğini ispat eden bir varlıktır. Yaşamda ne için var olduğumuzu bilmeli ve hissetmeli, en azından bu tür bir gerginlik yaşamalı, nereden gelip nereye gittiğimizi bilmeli, kim olduğumuzu, neden var olduğumuzu düşünmeliyiz. Bilinçli olmamız bizi bunu konuda mükellef kılar.

Bizler kökenimizi merak etmeli, köklülük duygumuzu yitirmemeli ve içinden geldiğimiz kültür ve medeniyetle aidiyet bağımızı koparmamalıyız. Bu noktalarda ciddi zaaflarımız olduğunu hep birlikte üzülerek müşahede etmekteyiz. Yeni nesli bu farkındalıkla yetiştirmeli, aile, millet ve toplumla ve nihai olarak ümmetle olan bağını onarmalıyız. Zira çok sayıda etmen bu bağı zedelemek için çabalamaktadır.

Aile bireyleri evleri artık otel gibi kullanmakta, evde kaldıkları süreyi birbirleriyle ilgilenmeden geçirmektedir. Anne babalar ebeveynlik görevlerini, bakıcılara, öğretmenlere, büyük ebeveynlere, gençlik kulüplerine ve STK’lara, belediye bilgi evlerine part time devretmektedir. Maddi olarak çocuklarına destek verdiklerinde anne babalık mesuliyetlerini yerine getirdiklerini düşünerek bu husustaki sorumluluklarını tamamladıklarını hissetmektedir. Anne babalık bunun dışında bir şeydir ve sanıldığının aksine çok zor bir şeydir.

İlk eğitmen ve mürebbiye anne babadır. Ve çocuklarını en az bir pedagog ve psikolog kadar tanımalıdır. İlgilerini, kaygılarını, kişisel zaaflarını, bireysel farklılıklarını görmeli, çocuklarını her yönden tanımalı ve onlarla etkileşim halinde olmalıdır. Aksi takdirde günümüzün hızlı ve teknolojik dünyasında ellerimizden kayıp gitmeleri çok zor değildir. Ancak bizler onların arkadaşları ve ahbapları da değiliz. Bizler anne babalarız onlar da bizim çocuklarımızdır. Sınırlarımızı doğru ve sağlıklı biçimde çizmeliyiz.

Ailede kendini var hissedemeyen çocuk; aileden uzaklaşarak ev dışı ortamlarda kendini değerli hissetmeye başlar ve zamanla evden kopar. Evlerin otel gibi görülmesi hususu üzerinde durulmaya değerdir. Maddi durumun düzelmesiyle birlikte artık aileler eve daha az uğramaktadır. Yemekler lüks lokantalar ve kebapçılarda yenmektedir. Bir yemek için çok fahiş fiyatlar ödenmektedir. Ramazan ayında bunun örneklerini çokça yaşamış bulunmaktayız. Bir iftar sofrası için bu kadar fazla para ödeyen birinin fakir ve yoksulu anlaması ve gözetmesi oldukça zordur. Hayır yapsa bile on-line olarak havale ile yapmaktadır. Yani yoksula ve muhtaca dokunmadan, onu hissetmeden yapmaktadır. Bu hayır onu maalesef onaramamaktadır.

Yemek lüks lokantada yenmekte, ütü kuru temizlemecide yapılmakta, basit dikişler bile artık terzide yapılmaktadır. Ailede birlik ve bütünlüğü sağlayan ve önemli bir ihtiyaç olan ve “hizmet davranışı görme” gereksinimini gideren bu tür aile içi eylemlerin azalması olumsuz anlamda bireyselliği artırmakta ve Türk aile yapısını giderek daha fazla deforme etmektedir. Aile çözülürse bir araya gelmesi zorlaşır, çözülmeden ve dağılmadan gerekli sosyolojik önlemler alınmalıdır. Aile üyeleri birliktelik duygusunu, bir şeyleri beraber yaparak, sorunları el birliğiyle çözerek ve ailede kalarak elde etmektedir.

Aile içi birlikte zaman geçirme ve ortak zeminde buluşmadaki bu tür problemlerin yanı sıra ailede yalnızlaşan kişi toplum ve insanlıkla da problemli hale gelebilmektedir. Diğerlerine karşı daha az duyarlı hale gelebilmektedir. Eski nesil daha duyarlı ve diğerkâm davranırken, fast food yiyerek ve bakıcıların büyüttüğü yeni nesil maalesef bu konuda çok da iyi bir sınav verememektedir. Akrabaları ziyaret etmek, kökeniyle uyumlu olmak, köyüne ve toprağına yabancılaşmamak, ülkesine ve milletine aşina olmak son derece önemlidir. Çocuklarımızın akademik başarısı kadar, ontolojisine ve var oluşuna katkıda bulunan bu tür özellikleri de taşımaları onlar için zaruri ve belki de daha hayatidir.

Selametle…