Öyle isimler vardır ki her hatıra geldiklerinde içimizde gıptayla karışık incecik bir sızı bırakır. Mehmed Akif, Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu bu isimlerin belki en bilinenleridir. Bu isimleri “kaybederken kazananlar” diye tarif edenler de var. Dünyalık namına belki çok şey kazanamadılar lakin milletin hafızasında birer yıldız gibi parlıyorlar. İsteseydiler dünyalık namına önlerine gelen fırsatları değerlendirip akranları gibi bir köşe başını tutabilirlerdi. Lakin hiçbiri bunu yapmadı. İmanları ve ahlakları buna müsaade etmezdi.
Benim için bu isimlerin her biri “deha” mesabesinde örnek şahsiyetlerdir. Çok bilinen bu isimlerin yanı sıra bir de az bilinenler var. Geride hiçbir yazılı eser bırakmasalar da yaptıklarıyla milletimizin gidişatını değiştiren isimlerdir bunlar. Kuşçubaşı Eşref, Çerkes Ethem, Hüseyin Avni Ulaş, Ali Şükrü Bey, Ali Emîrî, Fethi Gemuhluoğlu, Adnan Kahveci, Hasan Celal Güzel, Recep Yazıcıoğlu, Sadık Ahmet, Ömer Halisdemir bu meyanda aklıma gelen isimler. Ahmet Tevfik İleri işte bu grupta sayılabilecek, bugünün Türkiye’sini de inşa eden dehaların başında gelmektedir.
1911 senesinde Rize’nin Hemşin kazasında dünyaya gelen Tevfik İleri mütedeyyin bir ailede yetişmiştir. Babası Hâfız Celâl Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da yine hafız olan dedesinin yanında tamamladı. Yüksek Mühendis Mektebi’nden (İstanbul Teknik Üniversitesi) 1933’te mezun oldu. Bu okuldaki son yılında Millî Türk Talebe Birliği Başkanlığı’na seçildi ve hitabet yeteneğiyle Türk-İslam mefkûresinin etkili bir ismi hâline geldi. İleri, öğrencilik yıllarından itibaren hareketli bir hayat sürdü; Türklük şuuru, Türkçenin daha yaygın bir şekilde kullanılması, yerli malına gerekli önemin verilmesi gibi amaçlarla miting ve gösterilerin yapılmasına öncülük etti. İstiklâl Marşı çalınırken ayağa kalkılması, her yıl 18 Mart’ta Çanakkale Şehitlerini anma toplantısı düzenlenmesi gibi gelenekler onun girişimleriyle başladı.
Gençlik yıllarından itibaren milliyetçi fikirleri benimseyen Tevfik İleri, sadece öğrencilik yıllarında değil hayatının memuriyet ve siyasi devrelerinin tamamında bu fikirlere bağlı kalmış ve icraatlarını bu fikirlerin gölgesinde gerçekleştirmiştir. 1940’ların ortalarından itibaren komünizm ile mücadele bayrağını açan İleri’nin yaptığı çeşitli görevler içerisinde Millî Eğitim Bakanlığı’nın ayrı bir yeri olmuştur. İleri, yürüttüğü davaya en büyük hizmetin, eğitim kurumları ve öğretmen kadrosu vasıtası ile mümkün olabileceği düşüncesinden hareketle söz konusu mücadeleyi ağırlıklı olarak bu sahada vermiştir.
Tevfik İleri üç ayrı dönem hâlinde toplamda dört yıl Millî Eğitim Bakanlığı yapmış, bu kısa süreye devrim niteliğinde icraatlar sığdırmayı başarmıştır. İleri, bakanlığı süresince millî ve manevi değerlere sahip çıkan bir nesil yetiştirmek için önemli çabalar sarf etmiştir. Ezanın aslına döndürülmesinin yanı sıra din derslerinin ilkokul müfredatına alınması (1950), Türk Sanat Tarihi Enstitüsü’nün kurulması (1951), Hasan Âli Yücel’in yayımlattığı Garp klasiklerine mukabil Türk-İslam klasiklerinin yayımlanması (1951), Celal Hoca’nın hazırladığı program çerçevesinde İmam-Hatip okullarının yeniden açılması (1951-1952), İstanbul’da Yüksek İslâm Enstitüsü’nün kurulması (1959-1960) gibi kritik adımların hepsinin arkasında Tevfik İleri’nin stratejik zekâsı bulunmaktadır. Bunu radyoda yayınlanan Kur'an ve Mevlit programları, dinî sohbetler takip etmiştir.
Ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmakta olan İnönü Ansiklopedisi’ni Türk Ansiklopedisi adıyla yeni bir yayın kurulu oluşturarak devam ettirdi (1952). Yine tek parti döneminde propaganda vasıtası olarak kullanıldığını düşündüğü Köy Enstitülerini, köy çocuğu-şehir çocuğu ayrımını önlemek ve yapısında düzenlemeler yapmak için öğretmen okullarıyla birleştirdi (1952-1953). İleri’nin bu adımları atmasında, erken yaşlarda farkına vardığı komünizm tehlikesine karşı milletin evlatlarını korumak kaygısı belirleyici olmuştur.
Tevfik İleri; Atatürk Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin kurulmasında öncülük ettiği gibi görme ve işitme engellilere yönelik okullar açmış, mesleki ve teknik eğitime önem vermiştir. Eğitim enstitüleri de onun döneminde açılmıştır. İleri, dört yıl gibi kısa bir sürede yaptığı bu çalışmalar ile ülkemizin tarihine damgasını vurmuştur. Tevfik İleri, bu icraatları sebebiyle 27 Mayıs askerî darbesi sonrası Yassıada mahkemelerinde önce idama mahkûm edilmiş daha sonra cezası ömür boyu hapse çevrilmiştir. Tutukluluğu süresince türlü işkencelere maruz kalmıştır. Menderes’in idamından sonra yakalandığı kanser hastalığı sebebiyle kaldırıldığı Ankara Hastanesi’nde 31 Aralık 1961 günü vefat etmiştir.
Samiha Ayverdi bir mektubunda kendisinden şöyle bahseder: Tevfik İleri ile yani o berrak imanlı, millî ve tarihî bereketli hazine ile başlayan dostluğumuz, gerçekten ezel günü bereketinden olmalı ki aksamadan, sürçmeden yürüyüp gitti ve ölüm nedir bilmeyen ilahi kanunun buyruğu içinde gitmeye devam ediyor. Şer ve nifak tohumlarının bir celal tecellisi olan 27 Mayıs hailesinde hırpalanıp aşağılanmasına rağmen sapasağlam durarak Allah’ın hıfz-ı kal’asından tek taş düşürtmeyen o abide adamın ruhi metaneti dimdik ayakta kalmış lakin et, kan ve kemikten ibaret bedenin gücü iflasın eşiğine gelerek nihayet kısa zamanda o insan, vatan sevgisi ile dolu o kafa, o meş’um şakilere yenilmediğini göstererek gözlerini dünyaya yumuvermiştir.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun.