Bir haber alırsınız.
Acı bir haber; ağızların tadını bozacak kadar acı bir haber.
O haber ansızın gelir hep; beklenmedik bir anda sizi sizden alır, gündeminizin birinci maddesine oturur.
Konuşma sırası ondadır artık.
Hep başkaları konuşmuştu, bu defa sıra ondadır.
Bütün suni gündemler önemsizleşir.
O haber, sizi konuşmaz eder ve derin düşüncelere daldırır.
O haberi aldınız mı, düşünceleriniz iç içe geçer, birbirine karışır.
Bir düşünceden ötekine, ötekinden diğerine hızlı hızlı geçişler yaparsınız gayriihtiyari.
Hayatın kısalığı ve geçiciliğini hiçbir vaiz bu derece anlatamaz size.
Dünya tüm cazibesini yitirir adeta.
Hakikatin ufak bir dokunuşu tüm gerçeği gözler önüne serer.
Dünya büyüsünü ve çekiciliğini yitirir.
Oysa ne kadar da çok fazla değer veriyormuşuz, dünyanın bizi ayartan çekiciliğine.
Oysa ne kadar da çok bağlanmışız, ipi zayıf olana.
Bildiğiniz ve iman ettiğiniz hakikatleri oysa ne kadar da az hatırınıza getirdiğinizi düşünürsünüz.
Çok yakın olduğu halde, kendinizden uzak gördüğünüz, ötelediğiniz, yok saydığınız hakikat etkisini tekrar öyle hissettirir ki, bakışlarınızı ondan kaçıramazsınız.
Kulak tıkadığınız ya da kulağınızın duyamasına alışamadığınız o söz bütün kimyanızı etkiler.
Masallarda sandığınız, uzakta olduğunu düşündüğünüz, unutulmaya terk edilmiş o cümle tekrar aklınıza gelir:
Hayat; bir varmış, bir yokmuş…
Susarsınız sadece, sadece susarsınız.
En cedelci insanı dahi sustaracak güçte bir hakikattir bu çünkü.
Sessizlik de konuşur mu demeyin.
Kimi zamanlar öyle bir konuşur ki, hiçbir çığlık onun sesini bastıramaz.
O konuştuğunda, herkes susar.
Aldığınız haberin sizdeki etkisinden yola çıkarak, haberin birinci derece yakınlarındaki etkisinin ne kadar büyük olduğunu düşünürsünüz.
Ve dua edersiniz. Sabır dilersiniz.
“Allah kalplerine genişlik versin.”
Bazı şeyler vardır ki, tarif edilemez.
Ona dair her bir tarif etme girişimi; tarifsizliği, çaresizliği ve yetersizliği artırmaktan öte bir işe yaramaz.
Bazı şeyler vardır ki, o konuda konuşmak ağır bir yüktür.
Ona dair her bir konuşma girişimi, boğazınızın daha da düğümlenmesine sebep olur.
Konuşmak istersiniz; fakat çenenize kilit vurulmuştur adeta, dilinizi oynatamaz olursunuz.
Teselli etmeye çalışırsınız; lakin başarısız olacağınızın da farkındasınızdır.
Çok sevdiği ve değer verdiği birisini yitirmiş bir kimseyi hangi kelimeler ile teselli edebilirsiniz ki!
Yüreği yangın yeridir o kimsenin; gözlerinden akıttığı yaşları, bir kora dönüşmüş yüreğine döker.
Döker dökmesine de, yüreğindeki ateşin sönmesi ve dinmesi şöyle dursun, daha da alevlenir.
Göz pınarları kurusa da, kalpteki acısı kolay kolay kurumaz.
Bu durumda, o kimsenin yanında birkaç kelam etmeye zorlanırsınız.
Güçlü sandığınız kelimeler gücünü yitirmiş, etkisini kaybetmiştir sanki.
“Beklenmedik” ölüm haberi size bütün bunları yaşatır.
Ama kelimelerden başka sığınacak, Allah’tan gayrı dayanacak kimimiz var ki!
Geldik gidiyoruz.
Zaman akıp gidiyor.
Giderken bizi de sürüklüyor ve götürüyor.
Bunun önüne geçmek ne mümkün!
Kalbimizden, dilimizden dökülen budur:
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.
Şüphesiz Allah’tan geldik ve tekrar O’na döneceğiz.