Erdemin ve liyakatin aynı bedende cisimleştiği muzaffer devlet adamları ve komutanlar, bizim tarihimizin şeref nişaneleridir. Verdikleri mücadeleyi, sırf kuru bir zafer adına değil, gittikleri yere adil bir hayat götürmek ve orada olanlara rağmen değil, onlarla birlikte yaşamak hedefiyle ortaya koydular.

Ne kadar övünsek azdır elbette zaferlerimizle. Fakat “kör” eden bir zafer sarhoşluğunu da kabul etmez bizim tarihsel anlayışımız. İbret almayı ve sürekli tedbirli olmayı önceleyen bu anlayış, yeniden dirilişin ya da hep diri kalmanın en önemli tılsımıdır kuşkusuz.

Zaferle sarhoş olmamanın en güzel örneğidir Alparslan; affedebilme erdemini de aynı anda gösterebildiği için. O, işgalci olmak için değil, Anadolu’dakilerin umudu olarak geldi bu topraklara. Çünkü birçok farklı etnik unsurun, Roma adaletinden şikâyetleri vardı.Buna ilaveten Roma’ya yakın İslâm toprakları tehdit altındaydı ve bu tehdidinde bertaraf edilmesi gerekiyordu.

Anadolu aslında 1071’de gelenlere yabancı da değildi üstelik. Daha önce de buraya gelen birçok Müslüman olmuştu. Onların derdi de i’lây-ı kelimetullah idi kuşkusuz. İslâm’ın adalet anlayışını, anladıkları zeminde bütün insanlığa ulaştırmak öncelikleriydi.

Ömer Lütfi Barkan’ın“Kolonizatör Türk Dervişleri” isimli temel metini, bu Müslüman ilim önderlerinin sergilediği temel anlayışı ortaya koyar.

Ebü’l-Hasan-ı Harakânî hazretleri bu coğrafyaya Malazgirt Savaşı’ndan önce gelenlerdendir. Datça’da 715 yıla ait olduğu tespit edilen ve İstanbul’un fethi için geldikleri ifade edilenler Müslümanlar tarafından yapılmış bir camiye ait kalıntılar da bu anlamda önemlidir. Ayrıca İstanbul’da bulunan ve defin tarzları Türk olduklarını ortaya koyan mezarlar 8 bin yıl öncesini gösteriyor. Yani Türklerin Anadolu ile bağları sanıldığından çok daha eski anlaşılan.

Yine Taberi ve İbnü’lKesir’in eserlerinde yer verdiği Abdulvahap Gazi’nin H.113(M.731) yılında Anadolu’da şehit düştüğünü biliyoruz. Abdulvahap Gazi, Battal Gazi’nin ve Ahmet Turan Gazi’nin silah arkadaşıdır ayrıca. Abdulvahap Gazi’nin Sivas’tan başka İznik, Elazığ ve Bayburt’ta da türbe ve makamları vardır.

Gittikleri yerde işgalci olmadığı gösteren Müslüman Türkler o yerlerin isimleri, inançları ve dilleri üzerinde hiçbir asimilasyon uygulamadılar. Hiçbir kompleks duymadan geldikleri Anadolu’nun kültürel coğrafyasıyla da uyuşmayı bildiler. Bunun nedenli bir gerçek olduğunu Cemal Kafadar çok güzel bir çalışmayla, “Kendine Ait Bir Roma” kitabıyla ortaya koydu. Kendilerinin nereye ait olduğunu vurgulamak isteyen birçok âlim, şair ya da tasavvuf ehli “Rûmî” demekten asla imtina etmediler.

Gittiği yeri, inancının emrettiği yücelikle değerlendiren millet, bir komutan ve devlet adamı, şair Ebu Firas’ın dizelerinde olduğu gibi, “Toprağın üstünde ne varsa oda topraktır” anlayışıyla bakmış yaşadığı yere. Yani geçiciliği hiç unutmadan…

Hiç bitmeyecek-miş gibi bakanların zulmüne karşı, faniliği bilen bir anlayışın,“mazlum”lar adına ortaya koyduğu anlayış gerçekten umut vericidir.

Bütün bu gerçekleri anıştıran ve 947 yıldır bu millete ilham veren Malazgirt Zaferi, sadece meydanda kazanılmış olmadığı için önemlidir. Bir kazanmanın gerçek olabilmesi, kazandığı yerde tutunabilmesi ve oraya ait olanlarla kurduğu bağlarla ilgilidir; değilse işgaldir çünkü. Bugün yaşanan Batı örneklerinde olduğu gibi…

Alparslan bu zaferle bütün bu hakikati gözler önüne serdiği için bugün hâlâ yaşayan bir zafer bırakmıştır torunlarına; geçmişte yaşanmış ama geçmemiş bir zafer örneği olarak.