“O zamanlar henüz lise öğrencisiydik. Memleketim Kayseri’de oluşan heyecan dalgasını daha dün gibi hatırlıyorum. Yediden yetmişe herkesi saran bir heyecandı bu…
Belediye seçimlerine üç ay kala başlayan yoğun çalışmaların hemen her gününde biz de vardık. Biz derken, ben ve liseden arkadaşlarımdan oluşan küçük bir grup. Her gün akşam namazından sonra başlayan mesaimiz kimi zaman sabaha kadar sürüyordu.
O zamanlar parayla kiralanan tanıtım arabaları yoktu. Tanıtım bire bir ve doğrudan yapılıyordu. Bir etkinliği duyurmak için dolaşan arabalar var idiyse de bunlar tamamen gönüllü ağabeylerimizin arabaları aracılığıyla yapılıyordu. Kaldı ki duyuru yapan bu araçlar genellikle pikap tarzı arabalar olup arkası da ağzına kadar seçim çalışması yapan gençlerle dolu olurdu.
Bayrak asma yarışı o günlerde zirveye çıkmıştı. Bir gece önceden asılan bayraklarımızın indirildiğini görünce hemen o gün yeniden bayrakları asıp başında bekliyorduk. Şimdiki gibi ücret karşılığı bayrak asma anlayışı yoktu. Bayrak asan herkes gönüllü kişilerden oluşuyordu. Direklerin tepesine çıkıp ipleri bağlayanlar ise genellikle bizim gibi lise talebeleri oluyordu.
Afişler de seçim yarışının bir başka yönüydü. Bir gece önce yapıştırdığımız duvar afişlerinin üzeri diğer partiler tarafından kapatıldığı için aynı gün dört bir yana yeniden afişlerimizi yapıştırıyorduk. Bu işleri yaparken bazen diğer partililerle karşılaştığımız oluyordu ve bu durum istenmeyen olaylara yol açabiliyordu.
Şehrin dört bir yanında seçim irtibat noktaları bulunuyordu. Mahallelere kadar uzanan bu noktalar genellikle kahvehanelerden ya da çay bahçelerinden seçiliyordu. Gece yarılarına kadar çay ikram edilen, siyasi ve dini sohbetler yapılan bu noktalar arı kovanı gibi kaynıyordu. Genci yaşlısı, kadını erkeği hatta çocuğu ile her kesimden insanların toplandığı bu noktalar heyecanın zirvede olduğu yerlerdi.
Ana seçim karargâhında duvarı kaplayan haritada sokak sokak yapılan çalışmaların listesi yer alırdı. Çalışmalar öylesine planlıydı ki ulaşılmamış tek bir insan bırakılmıyordu. Özellikle bizim gibi gençlerden seçilen ikna ekipleri, ellerinde broşürlerle, hediyelerle evlerin kapısını çalar, kapıyı açan vatandaşlara ayaküstü beş dakika derdini anlatırdı. Kimi zaman kapıların yüzümüze kapatıldığı veya hakarete uğradığımız olurdu. Lakin hiç kızmadan, öfkelenmeden ‘Allah Razı olsun, kusura bakmayın!’ diyerek döner giderdik. Kimi zaman da bizi içeri alırlar, ikramlarda bulunurlar ve akıllarındaki soruları sorarak cevaplarını alırlardı.
Görev alan hiç kimse hesabi değildi. Hiçbirinin geleceğe dair bir beklentisi yoktu. Sırf ülke için, millet için, Allah rızası için koşturan gönüllü hasbi insanlardı bunlar. Bu çalışmalarda kadınlar ve gençler öne çıkıyordu. Yapılan konuşmalar samimi olunca kalplere ulaşılabiliyordu. Bunun etkisini açıkça görebiliyorduk. İnsanlar bizim heyecanımızdan, samimiyetimizden etkileniyor ve ‘Bu sefer size vereceğim.’ diyenler âdeta bir coşku seline yol açıyordu.
İl ve ilçe başkanları herhangi bir gönüllü gibi sürekli sahadaydı. O zamanlar takım elbise, kravat takan il yöneticileri yoktu. İl başkanlığında sekreterden randevu alınarak yanına varılmıyordu bu başkanların. Başkanlara ‘ağabey’ deniyordu, ‘reis’ deniyordu ve her vakit rahatlıkla yanlarına varabiliyordunuz. Aynı şekilde belediye başkan adayları da sürekli gençlerle beraberdi. Kendilerine mahsus mescitleri yoktu henüz. Başkanlar namaz vakti gelince gençlerle birlikte cemaat yaparak namazlarını kılıyordu. Yemek vakti gelince hep beraber aynı tavadan menemeni aşk ediyorduk.
İşte bu heyecan ve samimiyetin sonunda Kayseri’de ana belediye ve neredeyse tüm ilçeler kazanılmıştı. Aynı seçimde İstanbul, Ankara, Erzurum, Van, Şanlıurfa, Sakarya gibi onlarca şehir de kazanılmıştı. Seçilen başkanlar aynı heyecanla işe koyuldular. Çok değil birkaç yıl içerisinde kazandıkları şehrin silüetini değiştirdiler. Belediyelerde rüşvetin kökü kazındı, israfa son verildi, halkın istifadesi için park ve bahçeler yapıldı, yollar yenilendi, genel ahlaka aykırı kaçak işletmeler kapatıldı, yeni otobüsler alındı, tramvay ve metro hatları kuruldu, geleneksel sanatlarımıza hayat veren kurslar açıldı, altyapı ve üstyapıda biriken sorunlar çözüldü.
Seçilen bu başkanlar milletin adamıydı. Bu sebeple de her zaman millete kulak verirlerdi. Bu başkanlar hiçbir zaman pop sanatçılarına konser verdirmek derdinde olmadı. Sokak köpekleri bir çocuğa saldırdığında “Aman! Hayvanseverler ne der?” diye düşünmezlerdi. Gereği hemen yapılır ve o mahallede ne kadar sokak köpeği varsa bir gecede toplanırdı. Bu başkanlar özellikle popülizmden ve genel ahlaka aykırı tüm işlerden uzak dururlardı. Çünkü onlar kendilerinden öncekilere benzedikleri an mücadeleyi kaybedeceklerinin farkındaydılar. Bu sebeple de milletin “Bunlar farklı!” diyerek tercih ettiği ne varsa onu yapmaya devam ettiler. Bunun için ağızlarıyla kuş tutmalarına da gerek yoktu. Sadece samimi olsunlar, kibirlenmesinler, kirlenmesinler, heyecanlarını yitirmesinler, kendilerinden öncekilere benzemesinler kâfiydi. İşte bu sevgi ve güvendir ki belediyelerin ardından ülke idaresini de bu insanlara tevdi etti. Son yirmi yıldır devrim niteliğindeki adımları işte bu samimiyete ve güvene borçluyuz. Bugün eğer ki millet yüz çevirdiyse geriye dönüp doğru yapılanlarla yanlış yapılanların muhasebesinin samimiyetle ele alınması gerekir. Bunun başka hal çaresi yok.”
Bir okurumuzun mesajı…