Bir Kızılderili atasözü der ki: “Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa biraz evvel oradan uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.’’

Malumunuz 30 Ağustos ile beraber “Olmasaydın olmazdık’’ kafasındaki bir kısım vatandaşın bilgisizlikle bütünleşmiş olağan coşkusunu da atlattık.

Yıllardır nesilden nesle yayılan o ünlü peri masalı neydi?

-Geldikleri gibi gitmişler!

Yukarıda belirttiğim atasözüne binaen bu rivayet hususundaki reddiyemi bildiriyorum:

Geldikleri gibi gitmediler. Getirildikleri gibi götürüldüler! Hani şu, dünya politikasındaki kilitleri açıp kapayan meşhur İngiliz anahtarı meselesi yani…

Geldikleri gibi gittiklerini varsayıp tam mânasıyla işgalden kurtulduk diyelim…

O zaman…

İşgalci güçlerin bölgedeki varlığı süresince elimizde bulunan Ege adalarını ve Batı Trakya’yı, zafer kazanmamıza rağmen(!) neden işgalcilere bırakmışız?

Neden düşmana verilmiş bu büyük hediye, 1924’ten itibaren yıllarca “Başkumandan Zaferi’’ olarak kutlanılmış?

Yahut ortada gerçekten bir Başkumandan Zaferi mi mevcut? Yoksa ülke içi diktatoryal düzenin -işgalci kuvvetlerin ekmeğine yağ sürercesine- vicdansızca kurguladığı “benlik’’ işgalini örtbas etme çabası mı?

İşgalin de bir bâtını ve zahiri vardır. Bizleri onlarca yıldır zahirî zaferlerin aldatıcı sarhoşluklarına bulayıp, bâtında ince ince ruh kökümüzü doğradılar.

Elhamdülillah. Yaptıkları unutulmayacak!

Kalemini, ruhunu, haysiyetini ve şerefini kim bilir kaç kuruşa satmış tarih mühendisleri ve bu ülkeyi yöneten politika palyaçoları ne yapmış peki?

Küffarın mezalimine karşı kendi imkânları ve yerel örgütlenmeleriyle mukaddesatı koruma mücadelesi veren Anadoluluyu yok saymışlar.

Kazım Karabekir Paşa’nın istiklal mücadelesiyle ilgili planlarına; “Bu işler 3-5 köylüyle olacak değil. Gel emekli olalım. Adana’dan toprak alıp, ziraat ile uğraşalım.’’ cevabını veren, cephelere dahi zoraki emirlerle sürülüp ekserisinde pes edip kaçan İsmet İnönü’yü İstiklal Kahramanı ilan etmişler.

Milli mücadele safhasında, saha dışındaki bütün içtimai stratejileri ve saha içindeki bütün fiili başarıları, tahayyül sınırlarını aşan bir retorikle tek bir şahısta kemâle erdirmişler.

Vatanı işgalcilerin elinden kurtardık sloganları atıp, münevverlik adı altında milletin imanını işgal eden küfür budalalarını; hiçlikle kuşatılmış sahte dünyalarının sözde tanrısı ilan etmişler.

Sonuç itibariyle yapan yapmış, yazan da yazmış…

Necip Fazıl’ın üstün bir izan ile değindiği gibi; “İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türk’ü madde planında kurtarıp ruh planında helâk edici’’ bir vazife yüklenmişler.

Rejim devrimbazlığına soyunanlar, çürük taklitçiliği misyon edinip üzerine inkılap etiketini yapıştırmışlar.

“Yenilik’’ yaftasıyla cilaladıkları “Batı’nın eskiliklerini’’ hayatımıza mıhlayıp; hak, hukuk, adalet, namus ve ahlak gibi külli değerlerimize kast ederek tek sermayemiz olan hüviyetimizi zımparalamışlar

Hasıl-ı kelam…

Bu milletin hafızasıyla açıkça dalga geçmişler…

Dipnot: Biz, kirli fikir ve dipsiz düzenin hizmetkârı; rolü büyütülmüş atraksiyon kahramanlarının değil, milli mücadelenin gerçek aksiyonerlerinin torunları ve duacılarıyız. Şüpheniz olmasın!