İstanbul seçimleri artık her türlü rekabetinin önüne geçen çok farklı bir anlam ifade ediyor benim için… O anlam da yalanı bir strateji olarak seçen CHP adayı mı yoksa yaptıkları saymaktan aciz kalınacak Cumhur İttifakı adayı mı kazanacak meselesidir…

CHP adayının yalanlarını artık takip etmekten bile aciziz… Şahsen artık her gün, “Acaba bugün ne yalan söylendi?” sorusunu kendime sormadan edemiyorum…

Buradaki en büyük sorun yalanın çok soğukkanlı ve inanılarak kullanılıyor olması; dahası yalanın bir strateji olarak seçilmesi…

Başka bir sorun ise belirli bir kesimin “yalana koşulsuz biat”ıdır. Üstelik bu seküler kesim cemaatlerdeki “şeyhe biat” meselesine ajite edecek, hatta alaya alacak kadar duyarlı olduklarını söylüyorlar… Kaldı ki mesele sahte şeyler haricinde onların bildiği gibi de değildir. Gerçeğini bilen bilir…  

Peki, bugün CHP adayına karşı takınılan tavrın “koşulsuz biat”ten ne farkı var… Sorgusuz sualsiz bir “iman” etme hali olduğu apaçık bu tabloda, açık yalanlara rağmen bir insanı takip etmek, ona hayranlık beslemek gerçekten başka türlü izah edilemez…

Milletin gözünün gördüğü, kulağının duyduğu, aklının yettiği gerçek hadiseler için biri, “Hayır öyle değil böyle, şunu demedim bunu dedim” demek en hafif haliyle insan aklıyla alay etmektir. Ondan daha kötüsü ise insanın aklıyla alay edilmesine müsaade etmesidir…

Bu “yalan rüzgârı”na karşı daha kimin ve söylemesi lazım?

Koşulsuz biat eden, beklentilerini CHP adayına endeksleyen bu kitleyi, gerçeğe nasıl ikna edeceğiz ya da edebilecek miyiz? Çünkü:

Devletin raporları yalanlıyor; inanmıyorlar.

Kendi içlerinden gazeteciler yalanlıyor; inanmıyorlar.

Ortaya çıkan görüntüler yalanlıyor; inanmıyorlar.

İBB çalışanları çok haklı olarak kendilerini zan altında bırakan bütün iftiraları yalanlıyor; inanmıyorlar.

Gördüklerimiz yalanlıyor; “Yok siz yanlış görmüşsünüz” diyorlar.

Kulaklarımız işitiyor; “Yok siz yanlış işitmişsiniz” diyorlar.

İktidar yalanlıyor; “Her şey sizin elinizde, kimi kandırıyorsunuz” diyorlar.

Medya yalanlıyor; “Yandaşsınız, montaj yapıyorsunuz” diyorlar.

Yargı yalanlıyor; “Tayyip’in yargısı” diyorlar.

Sahi,  siz neye inanıyorsunuz?

Bu yalan rüzgârına “iman” halinin elbette bilimsel bir izahı var. Fakat bilimsel olarak ikna edilme şansı yok… Çünkü ideolojik bir “kör” olma hali var orta yerde…

Onun tedavisi de çıkar ve menfaatlerle ilgilidir… Yani Napolyon’un işaret ettiği türden ve tamamen “duygusal”…