Milli Görüş’ten koparak liberal bir yol izleyen AK Parti muhafazakârları her fırsatta eski mahalleden de bahsederler. AK Parti’deki Milli Görüş damarı ya da söylemi iki kutuplu olarak her zaman işleyen bir dinamik oldu. AK muhalifleri, Milli Görüş ile siyasi hesaplaşmayı AK Parti üzerinden icra etme hatasını ne yazık ki hiç fark edemediler. Bu yüzden 28 Şubat çağrışımları AK Parti için ikircikli de olsa her dönemde işlemekteydi.
AK Parti’nin bu gömlekten kurtulma ihtiyacı içinde olduğu yıllar bu iki kutuplu ilişkinin daha sıcak ve daha geçişken bir yapı arz ettiği yıllardı. O günlerde siyasete yön verenler, daha liberal bir söylemin içeride ve dışarıda duyargaları uyarılmış kesimleri rahatlatacağını düşünmüşlerdi. Bu kaygı, merkeze yönelen muhafazakarlığı geniş kabullere eriştirecek ılımlı araçlara ihtiyacı zorunlu kıldı.
İşte bu açılım ve genişleme süreçleri paralel yapılar için de en elverişli yıllar oldu. Şimdilerde Milli Görüş söylemi ile murat edilenleri ayrı bir yazıya saklamakla birlikte, merkeze odaklanan siyaset dilinin özellikle paralel yapı ile ayrışma başladıktan sonra Milli Görüş lehine nasıl değiştiğine dikkat edilirse demek istediğim daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Velhasıl 2010 yılına kadar siyaset bu kırılgan zeminde yol aldı. Önceleri Demirel ve Sezer’li cumhurbaşkanlıkları; üçlü kararnameler, hükümet etme süreçleri ve siyasal temalı mesajlar iktidarın kırılgan yapısını her daim dinamik tutmaktaydı. Bu süreçte geriye dönüp bagaj kontrolü yapmaya hem fırsat hem de sayısal/siyasal imkân görünmüyordu. Sürekli darbe çağrışımları, sanık sandalyeleri ve vatana ihanet naraları ile AK Parti hükümetlerine en kısa sürede iktidardan inmesi beklenen bir emanetçi gözüyle bakılıyordu.
İktidarların en büyük sorunu iktidarda kalmaktır.
Muhafazakârların iktidarı da bu süreçte kendisine destek veren her türlü yapıya teşne haldeydi.
Çünkü iktidarda kalmak iktidar olmaktan daha kolay değildir. AK Parti, 2010’lu yıllara kadar iktidarda kalabileceğini öngörmüş olsaydı nispeten muhafazakâr görünümlü hastalıklı yapılar konusunda da bir duyarlılık içinde olabilirdi. Ne yazık ki bu imkânı tam bulmuşken cemaat paralel devlet ve nihayet bir suç örgütü kıvamına gelmiş, devletin en mahrem, en stratejik ve en değerli alanlarına hâkim konuma geldikleri için de örgütsel yapının tespiti ve teşhisi daha çetin bir hal almıştı.
Artık sorun aynı zamanda güç yetirebilme sorunu oldu. Çünkü bu örgütlenme biçimi, eylemleri ve örgütsel yapısı bakımından devlet geleneğinde eşine rastlanmamış bir yapı arz etmekteydi. Çünkü devlet, son otuz yılda bölgesel düzeyde ve silahlı terör örgütleri odağında güvenlik refleksi ile hareket etmekteydi. Şehirlere ve kırsala bakış da büsbütün PKK ile mücadele konseptine göre şekil almıştı. Devlet, bugüne kadar tanımadığı bir saldırı altındaydı ama bu saldırıdan kolektif olarak haberdar değildi. Böyle bir hayaletin ortaya çıkarılması sadece hayal kuranlara mal ediliyordu. Paralel yapıdan bahsedenlerin AK Parti’ye açık saldırı içinde oldukları bile vehmedilir olmuştu.
Bugün bile reisçi mevzilerde saklanarak FETÖ ile mücadeleden bahsedenleri buharlaştırmak isteyen manevracıların yerlerini bilmeyen yok.
Bugün kabul etmek zor geliyor ama her türlü mazerete rağmen 15 Temmuzu görmek zorundaydık. Çünkü 7 Şubat 2012 MİT TIR’ları ve 17/25 Aralık 2013 krizi bal gibi darbe girişimi idi. Fakat saymaya çalıştığım sebeplerden böyle bir analize ve teşhise imkân verecek bir hazırlık imkân ve ihtimali söz konusu edilmemiş, dolayısı ile de olası senaryolar üzerinde planlamalar yapılamamıştır…