Lucien Levy-Bruhl, “preloji” kavramıyla aslında mantık öncesi düşünme biçimlerini tanımlamıştı. Bu kavram elbette önemli tartışmalara da sebebiyet verdi. Fakat yine önemli antropologların da kabul ettiği bir gerçek var. O da birbirlerinden binlerce yıl uzakta yaşasalarda, insanların bazı zihinsel faaliyetlerinin birbiriyle aynı olduğu gerçeğidir.

Yani aynı takvim zamanlarda yaşayarak “zamandaş” olamadığımız insanlarla “zihindaş” olabildiğimiz için “zamandaş” olabiliyoruz. Birde Fernand Braudel’in “durağan tarih”ini simgeleyen coğrafya ortaklığımız bizi zamandaş yapıyor, bizden önce buralarda yaşamışlarla; bu, belki de bir kader birliği aynı zamanda.

Bu zamandaşlık durumu, bazılarımızda ise “preloji” kavramını haklı çıkaracak cinsten oluyor. Ne yazık ki mantıklı, analitik bir perspektif kazanamamış, ilmin, irfanın bu denli ilerleyişinden nasiplenmemiş bir ilkellik bu.

21. yüzyılda yaşasa ne olur; bir ‘pire’deki kadar akıldan bile yoksun bu “tiyatrocu” provokatörler… Yani demek istiyorum ki 3 bin yıl önce yaşamış bir ilericiyle, bugün yaşayan bir gericiyi iyi görelim…

Açıktan mücadelesindeki başarısızlığını, karşıtının ya da düşman gördüğünün kılığına girerek, ahlaksız bir provokasyonla telefi etmeye çalışan bu zihniyetler, ne benim nede benim gibi düşünenlerin çağdaşı olabilirler.

Bir adım daha öteye giderek ifade etmek istiyorum. Aynı zamanda yaşamasakta “hakikat” zemininde birleştiğimiz binlerce yıl öncekileri de tenzih ederek bu gericilikle mücadele etmek zorundayız.

Allah’tan ki bu ahmak zihniyetler, toplumu tahrik etmek üzere girdikleri “tesettür”ün taşıdığı tarihsel bakiyeye sahip olamadıkları için çok çabuk deşifre oldular.

Tesettürün hakkını veren bir kardeşimizin ya da ahlaklı her insanın zinhar ve umuma açık bir zeminde ağzına alamayacağı “galiz” ifadeler ve “hafif” denecek tavırlar, ancak bu ilkel-ahmaklarda olabilirdi; netice itibariyle bu hakkı teslim edenler, yapılmak istenen tahriki de deşifre etmiş oldular…

Liderlerinden umudunu kesen, “9. Geleneksel Yenilgi”sini de bu vesileyle yaşayan bazı zavallılar, girdikleri bu halle güya kazananların, kendi kendilerini yenilgiye uğratmasını arzuluyor. Tabi kazananları oyuna getirebilirlerse…

Öyle ya! Bu ülkede vesayet dönemlerinde de böyle olmadı mı? Önce “tiyatro” oynandı sonra da bu oyunlar darbeye kılıf oldu… Bugünde bir “tiyatro” oynayarak kazanacağını, suyu bulandırdıklarında ancak balık avlayacaklarını zanneden ahmaklar yok değil işte…

Fakat bugün zamanın farklı bir “ruh”u var. Onların oyunlarına,“mal bulmuş mağribi” gibi atlayacak vesayet odakları artık yok… Ülkesini ve milletini felakete sürüklemek isteyen ihanet içindeki her düşünce, Allah’ın izniyle tarihin çöp tenekesine süpürülmüş durumda…

Tarihçilerin tarihçisi olarak isimlendirilen Labrousse: “Zihniyetler incelenmeksizin toplum incelemesi yapılamaz” der. Bizim de artık “şekil”den önce arkasındaki zihniyeti anlamayı öncelememiz gerekir. Sadece görselleştirmeyi öncelediğimizde, onun körleştirici etkisinden de sıyrılamayız; tıpkı illüzyon gerçeğinde olduğu gibi.

Bir illüzyonistin gücü, hızı marifetiyle gerçeği bir görüntüye dönüştürmesinde gizlidir. Bu noktadaki başarısıyla izleyenlerini hayrete düşürebilir. Fakat görüntünün ötesine geçebilenler bu yanılsamayı bir hakikat olarak asla görmezler. Görmedikleri içinde hakikatler uğrunda sergilediklerini, bir görüntü için reva görmezler… Velhasıl akıl sahipleri bir yanılsama için harekete geçmenin “ahmak”lığını yaşayamazlar…

Uluslararası literatürde -coupsourcoup- darbeye karşı darbe olarak ifade edilen büyük bir dirilişle -15 Temmuz- bütün bu zihniyetler bir “insanlık atığı” olarak ait oldukları çukura itilmiştir.

Bize artık sadece zamandaş değil, hakikat ekseninde birleşebileceğimiz zihindaş, duygudaş lazım ve elbette artık huzur lazım…