Suriye ve diğer ülkelerden gelen göçmenler konusunda Avrupa ülkelerinin duyarsız kalmaları ve İdlib’de yaşanan son olaylardan sonra Türkiye, göçmen politikasında değişikliğe gitti.
Türkiye, 28 Şubat tarihi itibariyle göçmenlerin batıya doğru ilerlemelerine ne karada ne de denizde engel olmamaya başladı.
Yani sınır kapılarını açmış oldu.
Batıya doğru ilerleyen göçmenlere engel olunmayacaktı.
Bu gelişmenin duyulduğu dakikalardan itibaren İstanbul başta olmak üzere ülke sathındaki göçmenler Yunan ve Bulgar sınırlarına doğru akın etmeye başladılar.
Bulgar sınırının jiletli tel ile çevrili olmasından dolayı, Avrupa’ya tek geçiş güzergâhı Yunan sınırı kalıyordu ve göçmenler de burada yoğunlaşmaya başladı.
Yaklaşık 8 günlük bir zamanda 150 bine yakın göçmenin sınıra ulaştığı ve rakamın her dakika arttığı gözlenmektedir.
Göçmenlerin hedefi Yunanistan’da kalmak değil elbette. Buradan, Avrupa’nın çeşitli ülkelerine dağılmak istiyorlar.
Ülkeleri sömürgeciler tarafından mahvedilen ve talan edilen bu insanların tek amacı, insan gibi yaşayacak bir liman bulmak.
Suriye başta olmak üzere, Afganistan’dan Afrika’ya kadar değişik ülkelerden gelen göçmenler, Türkiye’de gördükleri müşfikane ve dostane tavırların aksine Yunan sınırında büyük bir kin, düşmanlık ve nefret tepkileri ile karşılandılar.
Dünya, 8 gündür fakir, bitkin ve yemeye ekmeği olmayan çocuk, kadın ve yaşlı göçmenlere yönelik Yunan devletinin barbar ve insanlık dışı saldırılarını izliyor.
Bir kırıntı ekmeğe, bir bardak suya ve bir tabak sıcak çorbaya hasret kalan insanlara Yunan devleti gaddarca muamelelerde bulunuyor.
Yolda kalmış insanlara ekmek ve su vermek yerine, hakiki mermiler, bombalar ve hakaretlerle muamele ediliyor.
Hamile kadınlar bile kurşunlara hedef yapılıyor. Bir yaşında, üç yaşında, beş yaşında çocuklar acımasızca dövülüyor; gaz bombaları ile kovalanıyor.
Yunan polisi, sınırı geçen göçmenlerin paralarını gasp ediyorlar; ellerinde değerli eşya ne varsa alıyorlar; elbiselerini soyup yarı çıplak Türkiye sınırına bırakıyorlar.
Ülkeleri, kendilerine hakaret eden, kapıları açmayan sömürgeciler tarafından talan edilen bu masum insanlar, perişan bir halde Yunan sınırında bekliyorlar.
Medeniyet, insanlık ve hukuk dersi veren, her konuda mangalda kül bırakmayan Avrupa ülkeleri, Yunanistan’ın yanında yer alarak, onun uyguladığı vahşet ve gaddarlığa destek vermekteler.
Yunanlıların ve Avrupalıların, masum insanlara, çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve yolda kalmışlara yaptığı zulüm elbette yeni değil.
Bir asır önce Mehmet Akif Ersoy’u şu dizeleri yazmaya sevk eden, güya medeni Avrupa’nın vahşetinden ve barbarlığından başka bir şey değildi:
Nerde – gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
asra girerken, medeniyetin ve modernitenin zirvelere ulaştığı bir dönemde maalesef batılıların ruh yapısında değişen bir şey yok.
Karakter aynı.
Önümüzdeki günlerde yüzbinlerce, belki de milyonlarca göçmenin bu engellemelere rağmen batı sınırına doğru yığılacakları tahmin ediliyor.
Bu durum 15 asır evvel Asya’dan başlayarak batıya doğru dalga dalga uzanan, Avrupa’nın ve dünyanın şeklini, kaderini değiştiren kavimler göçünü andırmaktadır.
Kavimler göçünden asırlar sonra batıya doğru başlayan bu yeni plansız ve programsız insan akının da elbette siyasi ve sosyal sonuçları olacaktır.
Yunan sınırında cereyan eden ibretlik durumları izlemeye devam edeceğiz.