Aile içi huzursuzluklar arttıkça, bunların altında yatan sebepleri hem sosyolojik açıdan hem de insan psikolojisi açısından öğrenme zarureti hasıl oluyor. Bir yerlerde dengeler bozuluyor fakat nerede? Kadın konuştuğunda haklı gibi duruyor, erkeği dinlediğimde o da haklı gibi duruyor. Peki o zaman kırılma nerede yaşanıyor? İkisi de severek evlenmişler, başlarının üzerinde çatıları, yiyecek gıdaları, düşünebilmek için akılları, sevecek çocukları, para kazandıran meslekleri var. O halde neden halâ mutsuzlar, neden halâ kavgaları bitmiyor? Bunu öğrenebilmek için bir iki tık önceye gidelim.

Erkekten başlayalım. (İstisnalarını tenzih ediyorum) Erkek çocuğu tarih boyunca, çoğunlukla bacayı tüttürecek, soyun devamını sağlayacak, para kazanıp anne babaya bakacak, ele güne karşı kendilerini koruyacak bir kalkan, bir kale ve güvence gibi görülmüş. Çocuk sayısı söylenirken sadece erkek çocuklar hesaba katılmış (ki kimi yerlerde halâ böyle). ‘Erkektir ne yapsa yeridir, kadın elinin kiridir’ diye büyütülen erkekler, bir hata yaptığında görmezden gelinmiş, babasından gizlenmiş, aileye dair sorumluluk verilmemiş, mirasta bile kızlarının haklarını vererek haksızlık içinde büyütülmüş, sadece eve girip çıkması ve para kazanması bir eş, baba olmak için yeterli görülen bir kalıpta büyütülmüş. Bu algıların yanında, okuyup kendisini geliştirmesi örneklenemeyen ve sadece mesleki bilgisi için yatırım yapılan bir anlayışla yetiştirilmiş.

Gelelim kadınlara. (İstisnalarını tenzih ediyorum) ‘Okuması bile gerekmez, ele gidecek el olacak, evden çıkmasın ne gerek var, kocasını doyuracak kadar çorba pişirmeyi bilse yeter. Anne babaya karşı gelinmez, eşin sözünden çıkılmaz. Gelinliğiyle evden çıkınca kefeniyle geri döner. Kız kısmı değil mi, gözünü açtırmayacaksın’ gibi, ne yazık ki (kimi yerlerde halâ böyle) bir mantıkla büyütülen kesimi oluşturuyor. Günümüzde gittikçe azalan bu anlayış, yerini başka bir şeye bırakıyor. Okuyan, bilen, kendini ezdirmeyen, sosyal hayatta da var olduğunu ispat eden ve gerektiğinde göze göz dişe diş mücadeleye hazır, aslanın dişisi gibi bir duruşla hayata katılıyor.

İki tarafı yan yana getirdiğimizde neler oluyor ki çatışma çıkıyor? Erkek annesinden gördüğü korumacılığı, kayırmacılığı, nazlanmayı ve hiç bir şey yapmadan el üstünde tutulmayı eşinden de bekliyor. Fakat evlilik yeni bir kurum, yeni bir rol ve sorumluluk ve yeni bir dil ve üslup oluşmasını gerektiren bir kurumdur. Evliliğin iki ayağı vardır kadın ve erkek. Birisinin dengesi bozulursa otomatik olarak diğerinin de dengesi bozulur.

İster kadın olsun ister erkek, düşünebilmesi ve doğrunun peşinden koşabilmesi için gerekli olan okuma, öğrenme, nasıl daha iyi bir insan olabileceğinin peşine düşmek gibi erdemli bir insan olabilmenin heyecan verici arayışı, annenin ve babanın dilinden ve halinden aktarılmadığında, olduğumuz gibi evleniriz. Bu durum olduğumuz gibi devam eder, oluşan sorunlara da olduğumuz gibi çözüm bulmaya çalışırız. Oysa her şeyi yaratan ve yarattıklarını en ince detayına kadar tanıyan Rabbimiz (cc), biz içimizde olanı değiştirmedikçe, bizi değiştirmeyeceğini buyuruyor.

Gelecek haftanın konusu: Bu tablo, ilişkide nasıl bir fotoğraf oluşturuyor?