Telefon dolandırıcılığı vakalarını duymuşsunuzdur. İnsanları korkutarak, “Hediye kazandınız” diye kandırarak paralarını alıyorlar. Mağdurlar, polise şikâyet ediyor, yakalanan yakalanıyor. Bir de öyle dolandırıcılık vakaları vardır ki, mağdurlar polise şikâyete gitmezler, gidemezler. Böyle olunca mutlaka bir sahtekâr-tamahkâr ilişkisi vardır. Sosyal medyadan tanıştığı biriyle zinaya giden müptezel, parayı peşin gönderir ya da buluşmaya gittiği adreste bir de dayak yiyerek parayı kaptırıp evine döner. Buna bile “Oh olsun” diyemeyiz elbette; ama asırladır bu şekilde sahtekâr ve tamahkâr arasında süregelen bir “sokak adalet sistemi” kendi çatlağında akar gider.
Mesela Çiftlik Bank mağdurları vardır ve bana kalırsa onların da hepsi hak etmiş tamahkârdır; ama kapitalist hukuk sisteminde “dost kazıklamak, havadan para kazanmak, emeksiz ve haksız kazanç elde etmek” suç sayılmadığı için dolandırılanlar hiç utanmadan ortaya çıkıp “mağduruz” diyebiliyorlar.
Her seçim öncesinde de 4 aylık bir dolandırma sezonu açılıyor. “Aday adayı adayları” diye tarif edilecek bir miktar birikimi olan insanları dolandıran gruplar -çete hukuki bir terim olduğu için grup diyeceğimiz- büyük paralar kaldırıyorlar. Sonunda hiçbir mağdur, polise, savcıya şikâyete gidemiyor. Ne diyecek ki gitse; “Ben belediye başkanı adayı olmak için rüşvet verdim ama beni aday yapmadılar” mı diyecek? Tam olarak bir sahtekâr tamahkâr ilişkisi işte.
En çok Ankara’da, az da olsa İstanbul gibi büyükşehirlerde iki, bilemedin üç ay önce kiralanmış lüks villa ve ofislerde dönüyor bu tezgâh. Cebinde parası olan ve belediye başkanlığına heveslenmiş tamahkâr, “Ankara’da tanıdıklar var” yahut “Parti genel merkezinde tanıdıklar var” yemleriyle sahtekârların ağına çekiliyor. Ağa yakalanan tamahkâr önce villada toplantıya alınıyor. İçeriyi görün ama sekreterler, koşuşturan takım elbiseliler derken çok ciddi siyasi pozların verdiği bir tiyatro sahnesi. İşi bitirecek olan sahtekârla tamahkâr kapıdan girer girmez sekreter koşarak geliyor “Efendim sizi sayın bakanım aradı” diyor. Bu arada bakanın adı yok, hangi bakan aradı belli değil. Toplantı başlıyor ve tesadüfe bakın ki başkan arıyor sonra başka bir başkan yardımcısı arıyor ama hangi başkan, ne başkanı o da belli değil. Bir ara toplantıya tezgâhın anahtarı katılıyor. Bu anahtar kişi, genelde eski siyasetçilerden oluyor; mesela bilmem kaçıncı dönem milletvekili. Sahneye o da çıktı mı tamahkâr artık belde belediye başkanlığı için 100 bin, ilçe belediye için 300 bin derken şehir ve büyükşehir adaylığına doğru uzayıp giden bir fiyat listesine göre rüşveti verip adaylığının açıklanmasını bekliyor. 3 ay sonra kötü haber gelince oturup yutkunuyor.
Başka bir tezgâhta ise daha uyanık adaylar tokatlanıyor. Piyasadaki adıyla “tarlada kalanlar.” Elinde aday adayları listesi olan dolandırıcı, aday adayıyla bir görüşme ayarlıyor ve hayırlı olsun açılışından sonra aday olması için nasıl çalıştığını kimlerle görüştüğünü anlatıyor. Ama ne isimler uçuyor havada; inanmamak mümkün değil. Derken sahtekâr, masrafları söylüyor ama hiç para talep etmiyor. Burası tezgâhın en kritik yeri. Para istemeyen bir dolandırıcı “Adaylık açıklanınca ödersin” diyor. Mağdur açısından risk yok çünkü adaylık olmazsa para ödemeyecek. Fakat dolandırıcı bu görüşmeyi bütün aday adaylarıyla yaptığı için sonunda mutlaka birinden parayı ya da piyasadaki meşhur deyimle 250 bin liralık arabayı alıyor.
Sahtekârla tamahkâr arasında dönen bu rüşvet alışverişi sonunda belediye başkanı olan birinden, millete ne hayır gelir? Zarardan, ziyandan, bereketsizlikten başka bir şey çıkmaz bu ilişkilerden. Uzak durun, kimse görmüyor zannediyorsunuz ama Allah (cc) görüyor ve biliyor. Rüşvet alıp verdiğinize göre belli ki Allah’tan (cc) korkmuyorsunuz; o halde sizi bekleyen yakın tehlike şu: Rüşvet verdikleriniz, bütün dolandırıcılar gibi gevezeler. Her yerde nasıl tokatlandığınızı anlatıyorlar… Bu bilgiyi elinde tutan bir açgözlü sürüsü, başkanlığı kazanmanızı bekliyor; çünkü o koltuğa oturduğunuz gün, bunu bilen herkesin size taktığı tasmayla başkanlık yapacaksınız.