Değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu hakikatini değiştirme çabasında olanların şekil değiştirerek, değişmeden tedavülde kaldığına müşahit olmak mı kaderimiz? Ne insan, ne toprak, ne toplum, ne de hayat aynı kalır. Gelişir. Dönüşür. Değişir. Buradaki değişim, temel dinamikleri ve nitelikleri muhafaza ederek, üzerine kata kata ilerlemek manasında.

Doğanın ve yaradılışın kanunu bu denli açıkken statükoda ısrar edenlerle aynı dünyayı paylaşıyor olmamız ne acı. Teknoloji hayatımızı öyle bir duruma getirdi ki, kuşak farkları daraldı. Eskiden “dede-baba- torun” şeklinde takriben 20 yıllık aralıkla ifade edilecek olan kuşak farkının artık 5 yıla indiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yakın zamana kadar insanların birbirini anlamakta güçlük çekmesinin mesabesi 20 yılken, artık 5 yıl önceki hayat ile şimdiki arasında bir kuşak fark olduğunu görebiliyoruz. Teknolojinin doğurduğu bu sonuca karşı bir duruş sergileyebilmek ya da bunu becerememek tam da insanoğlunun zaman karşısındaki savunmasızlığına veya direncine işaret ediyor.

İlk dönemlerinden televizyonu haram olarak nitelendiren çevrelerin bugün televizyon programları yapıp burayı bir mecra olarak kullanması tam da bu bağlamda gözlenecek bir manzara. Evet, ‘gelişim’ olarak da nitelendirilebilir. Fekat hepimiz biliyoruz ki bu tam olarak zaruri bir evrilme.

Televizyondan önce sinema, sonrasında ise internet için aynı şeyi yaşadık. Ve son dönemde sosyal medya yeni imtihan alanımızı oluşturuyor. İnsanı enaniyetini besleyen bir işlevi olan sosyal medyanın eleştirilmesi gayet doğal. Önceleri, insanların onlarca yılını alan ‘bilir kişi olma’ yolu artık sosyal medyada fenomen olmaya bakıyor. Bu da bazen birkaç dakikanızı, bazen de birkaç gününüzü alıyor. Yakın ve uzak tarihi düşününce bu zaman dilimi akıl alır cinsten değil. Geçici, tüketici ve tükenici olsa da bu tarz bir ego besleme aracının gencecik dimağların elinde ne türden silah olabileceğini varın siz düşünün.

Böylesi bir tehlike, sosyal medyanın reddedilmesiyle bertaraf edilecek değil. Manzara, tam da ‘değişen dünyanın yeni hızı’ çerçevesinde ele alınması gereken halde. Bu yeni ortama uyum sağlamak zorunda değil kimse. Lakin özellikle politika belirleyicilerin ‘inkar’ lüksü yok. Herkes hazırlığını ona göre yapıp, kısa ve orta vadeli adımlar atarak yeni mecraların yeni zamanın insanına doğru ulaşmasını, yeni zaman insanının bu mecraları doğru kullanmasını sağlamalı.

Bugün tehlike olarak nitelendirilen sosyal medyanın yarın bambaşka bir tehlikeye karşı savunma aracı olabileceği ihtimali üzerinde geç kalmadan kafa yormak lazım. Yeni tehlike olarak görünen sosyal medyaya karşılık televizyonda (yakın zamana kadar şeytan kutusu olarak nitelendirilen televizyon) savunma ve karşıt hamle yapma çabasında olanların halleri ibret olmalı.

Kültür dediğimiz şey, birbirine hiç benzemeyen şeylerin, insanların, olguların, davranış ve tutumların karşı karşıya gelmesi, sonrasında birbirine karışması ve devamında daha zengin bir dokuyla ‘değişmesi’dir esasında. Teknolojinin, başlı başına bir kültür aktarım aracı olduğunu kabul edip ona göre davranmalıyız. Asırlar önce seyyahların, tüccarların, savaşların ve kılıcın sağladığı ‘iletişim hali’ni bugün teknolojik cihazlar ve bağlı olarak sosyal medya araçları oluşturuyor. Bu yeni etkileşim aracını inkar etmek, zamanında matbaayı inkar etmenin getirdiği dezavantajdan çok daha fazlasını getirir (Osmanlı’da matbaanın gavur icadı olarak reddedildiği efsanesinden bağımsız bir mesele bu).

Kanaat önderi, politikacı, yönetici ve özellikle de eğitici/öğreticilerin bu nüans ile müfredatını, hitabını, yaklaşımını, yöntemini ve sistemini yeniden düzenlemeli. Aksi takdirde bu yeni medya her birimizi kendi düzensizliği ile düzenleyecek.