Milenyumla beraber ülkemiz yeni bir döneme girdi. 2000’li yılların başında eski Türkiye siyasal, sosyal ekonomik olarak dibe vurdu. Uzun yıllar milleti yok sayarak, bir toplum mühendisliği içerisinde sürdürülen yönetim tarzının iflası idi, gelinen nokta. Millet seçim yapıyor, seçtiklerini Ankara’ya gönderiyor ama gidenler hızlı bir şekilde başkalaşıyordu. 2000 yılından önce milletin kendine gelme teşebbüsüne son vurulan büyük darbe 28 Şubat’ta gerçekleşti. 28 Şubat sürecinde milletin değerlerine savaş açan yönetim erkini elinde bulunduran güçler her cephede büyük tahribata sebep oldular.

Hani derler ya karanlığın en yoğun olduğu anlar şafağın sökme vaktine en yakın olan zamanlardır. Millet böyle bir zamanda kendilerine huzurlu bir gelecek vaat eden, mazlumların ve mağdurların yanında olacağını beyan eden bir kadronun yanında yer aldı. AK Partili kadrolar olağanüstü bir gayretle her yönden sıkıntıya düşmüş milletimizi yeniden ayağa kaldırmanın mücadelesini vererek devrim niteliğinde birçok başarıya imza attılar. Ekonomik, siyasal ve sosyal alanda büyük rahatlamalar sağlandı tabiri caizse ülkemiz çağ atladı.

Yeni Türkiye’yi inşa etmenin en doğru ve kestirme yolu ekonomiyi düzeltmekten geçiyordu. Ak kadrolar dört elle bu işe soyundular. Ekonominin bütün alanlarında yüz yıllık işe tekabül eden başarılara imza attılar. Yollar, köprüler, barajlar, fabrikalar daha nice güzel işler yaptılar. Ekonomik şartları iyilileştirmek için hem bürokrasiyle hem de “Bizden adam olmaz” zihniyetiyle savaştılar. Bütün direnişlere rağmen büyük başarılar elde edildi. Yani hem şeytan kovaladılar hem de iş yaptılar.

İyileşen ekonominin içinde yeni bir kuşak büyümeye başladı. Bu kuşak eğitimli, donanımlı, yurtdışı görmüş, yabancı dil bilen, kendine güveni olan bir nesil. Bu nesil geçmişin sıkıntılı günlerini yaşmamış ekmek elden, su gölden kuşağıdır. Onlar için geçmişte yaşananlar eskilerin hikâyelerinden ibarettir. Bu nesil sıkıntılı dönemleri yaşamış kuşakların hikâyelerini dinlemek istemiyor. Belki de haklılar sürekli kötü günleri hatırlatıp moral bozmanın can sıkmanın bir âlemi yok. Biz önümüze bakalım diye düşünüyorlar ama geçmişten ibret alarak bunu yapmak en doğrusudur, bilmediğiniz ve de bilmek istemediğiniz geçmişten nasıl ders alacaksınız?

Maddi olarak her şeye ulaşan ancak maneviyatı aynı oranda güçlenmemiş bir nesille karşı karşıyayız. Kolay ulaşılan maddi imkânlar gibi kolay elde edilen manevi bilgilerde mi az değerli oluyor acaba? Bir bencillik, bütün olup biteni kendinden menkul sayma tavrı var, yeni nesilde. Yoksa biraz daha mı sabretmeliyiz? Neslin değişimi binaların değişimine benzemiyor, eşyaya kolay hükmediyorsunuz ancak insanın iyi yönde değişimi uzun zaman alıyor.

Eskiye oranla kendine güveni fazla olan yeni neslin milli ve manevi değerlerle mücehhez bir meslek sahibi olması çok önemli. Fakat bunun da yeterli olmadığını görüyoruz; bilginin yanı sıra neslimize “şuur” kazandırmalıyız. Bu şuur arabalarını, evlerini, eşyalarını ve giyim kuşamlarını değiştirmekle olmaz. Bedenler kadar ruhları medeniyetimizin, kültürümüzün, sanatımızın değerleriyle mücehhez kılmalıyız.

Kültürden, sanattan, medeniyetten, sosyal hayattan uzak nesiller, üzerimize hızla gelen teknolojik yenilikler aracılığıyla başka dünyaların egemenliğine girecekler. Zihnen dumura uğramış nesillerden vatan, millet, ümmet bilinci beklemek beyhude olacaktır.

Yine de umutlu olmak için çok sebebimiz var. Haydi, bismillah diyerek bir adım atalım çok şeyin değiştiğini göreceğiz…