Kıbrıs meselesi, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının keşfi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yeni işbirlikleri nedeniyle çok farklı bir mecraya taşındı. Böylece bu tarihi meselenin uluslararası yönü oldukça karmaşık bir hale geldi. Türk tarafı adanın eşit siyasi ortağı olarak doğalgaz konusunda kendisine söz hakkı tanınmasını talep ediyor. Ancak Rum tarafı yaptığı resmi açıklamalarda, doğalgazın eşit yönetimi konusunun diyaloga ve müzakereye kapalı olduğunu ısrarla vurguluyor. O halde Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’de barış, istikrar ve güvenlikten kastettiği Türk tarafının ileri sürdüğü tezlerinden ve “yasa dışı” sondaj faaliyetlerinden vakit kaybetmeksizin vazgeçmesi.

Demek ki doğalgaz konusu kısa vadede herhangi bir çözüme ulaşmayacaktır. Nitekim Türk tarafının en büyük beklentisi olan BM çatısı altında uzlaşı ve hakkaniyete dayalı ortak bir komitenin kurulması fikri şimdilik yeterli desteği bulamadı. Hal böyle olunca beklentiler arasındaki uçurumun fazlalığı ve uluslararası konjonktürün belirsizliği, doğalgaz meselesinde çözümsüzlük ve belirsizlik sürecini uzatmaktadır.

1968 yılından itibaren devam eden Kıbrıs müzakerelerine gelince, bu konu artık bir kördüğüm. Aslında her iki taraf zımni bir şekilde statükoyu kabullenmiş bir tavır sergiliyor. Dolayısıyla hukuki ve fiili taksimin ardından zihni taksim de sindirildi. Eğer böyle bir vaziyet söz konusu olmasaydı, doğalgaz zenginlikleri üzerine bu derece müzakereye kapalı bir kavga yürütülmezdi. O nedenle yeni bir müzakere sürecinin başlamasının temcit pilavından bir farkı olmayacak. Çünkü Rum Yönetimi’nin olası bir çözümden beklentilerini Türk tarafının karşılama imkânı ve ihtimali yok.         

BM kararları ve AB ilke ve değerleri temelinde bir çözüme ulaşılabilmenin yolunun sadece Rum tezlerinin koşulsuz kabulünden geçtiği anlayışıyla adil, eşit ve kalıcı bir anlaşmaya varmak pek olası değildir. Kıbrıs Türklerinin ve Rumlarının güvenlik endişelerini karşılayacak, siyasi eşitliğe dayalı ideal bir çözüm için her iki tarafın henüz hazır olmadığı aşikâr bir durumdur. Rum tarafının 1963 yılından bu yana siyasi yetkiyi paylaşmaktan ısrarla kaçınması ve bu ısrarın doğalgaz meselesine de yansıtılması, iki devletli bir çözüme işaret etmektedir.

Nitekim müzakerelerin fiili durumda herhangi bir değişiklik meydana getirmeyeceği şimdiden bellidir. Rum Yönetimi, Kıbrıs Türkleriyle müşterek karar alma mekanizması içeren bir işbirliği sürecine başvurmayacağına göre, Türkiye’nin sondaj faaliyetlerinde bir değişiklik ortaya çıkmayacaktır. Kısaca tarafları çözüme ulaştırabilecek ortak bir zemin hâlâ oluşmuş değildir. Hatta zaman ilerledikçe, toplumlar bu zeminden hızla uzaklaşmaktadır. Avrupa Parlamentosu’nun son seçimlerinde sadece 5 bin 604 Kıbrıslı Türk’ün oy kullanması adanın yeniden birleşmesine yönelik siyasi isteğin giderek azaldığına önemli bir göstergedir.

Sonuç olarak Kıbrıs meselesine ve Doğu Akdeniz’e ilişkin sorunların halli, mevcut şartlar altında, ancak Rum Yönetimi’nin egemenliğin ve iktidarın eşit bir şekilde paylaşılması konusunda atacağı somut adımlarla muhtemel hale gelecektir. Bunun haricinde Rum Yönetimi’nin Mart ayı başında kabul ettiği “Milli Hidrokarbon Fonu” şeklindeki belirsiz ve adil olmayan formüllerle kalıcı bir çözüme ulaşmaya çalışması beyhude bir girişim olacaktır.