İnsanlık tarihi, insanın hep ileriye doğru ve gelişerek aldığı mesafeye işaret eder.

Bu sebeple, yazılı tarihin genel hattı da bunun üzerine kurulmuştur.

Lakin bir yandan bu hat ilerlerken diğer tarafta da medeniyet nehrini geriye doğru akıtmaya çalışanlar vardır.

Etraflarındaki hayret verici gelişmelere, muhteşem eserlere ve devasa bilgi kaynaklarına rağmen onlara “yabani” zeminden bakanları kastediyorum.

Claude Levi-Strauss, “Yaban Aklın Evcilleştirilmesi” çalışmasıyla, yaban düşünceye karşı nasıl bir tutum takınılması gerektiğine dair fikirler verirken bir yandan da mukayeselerle dikkatimizi bu noktaya çekiyor.

Bana göre modern zamanların bir ürünü olan aşırı-sağ ya da daha ilerisi olan faşizm, çağımızın en yaban akıl modeline işaret ediyor.

İfadeleri kaba, özgüvenleri cehaletle kaim, davranışları ise şiddete meyyal ya da şiddet içerikli.

Kıyas hep ilkel toplumlar ile çağdaş toplumlar arasında yapılıyor ve yukarıda bahsettiğimiz insanlara da “ilkel” yakıştırması yapılıyor.

Oysa bu kıyaslama, sadece geçmişte yaşadığı için ve sahip olduğu bilginin sunduğu imkânlarla yaşayan geçmiş dönem insanına bir haksızlıktır.

Zira bu insanların topyekûn bir Hitler, Mussolini ya da Mao olduğunu gösteren hiçbir kanıt olmadığı halde, “ilkel” ifadesiyle kaba, vahşi kategorisine alınması ne derece doğru olabilir?

Daha yakın bir tarihe gelelim.

Despotluklarıyla mahir Siyonistler, Saddam, Esed, Sırp Katilleri, Arakan’a zulmedenler çağdaşımız diye “çağdaş” mı oluyorlar?

Bir şekilde ve hasbelkader seçilmiş ve bu milletin meclisinin kürsüsünden “gel lan buraya” diyerek efelenen biri, ne kadar evcilleşmiş bir aklı temsil ediyor ve bu gelişmiş medeniyetler çağının hangi noktasına tekabül ediyor.

Zira bir insanın konuşması ve tavırları hangi sınıfa ya da hangi bilgi mertebesine ait olduğunu kaçınılmaz olarak yansıtır.

O, bunun farkında olmasa da sosyolojik dokuya, sınıfların jargonuna ve ilmin belirli katmanlarına hâkim olan herkes, bu ayırımları yapma kudretine sahiptir ve “yaban” konuşmayı ve yaban davranışı çabucak tespit eder.

Dahası yaban düşünceyi fark etmek için bu kadarına bile gerek olduğunu sanmıyorum.  

İnsan olma çabamız aynı zamanda medeniyeti inşa etme çabamızdır.

O da ilk önce insana değer vermekle, onu yaşatmaya çabalamakla başlıyor.

Devleti yaşatmanın temel koşulunu, insanı yaşatmaya bağlamış bir medeniyetin, bu denli yabani düşünce üretir noktaya gelmiş olmasını ayrı ve derinden irdelemek gerekiyor.

Zira yabani düşüncenin nasıl evcilleştirileceği meselesi, önce bu tespite ihtiyaç duyuyor.

Yani önce aşırı-sağ eğilimin de bir “yabani” düşünce olup olmadığını iyi tespit etmek gerekiyor.

İbn Haldun’un teorisi hâlâ cari olduğuna göre, yaban düşünce ile evcilin aynı anda yaşamaya devam ettiğini iddia etmek de sanırım abartılı ya da yanlış değildir…