Ramazan’ın ilk günü bir tivi kanalında görmüştüm, İstanbul’da Oruç Baba Türbesi diye anılan ve içerinde Osmanlı döneminden kalma mezarların bulunduğu bir yere çoğunluğu kadın olmak üzere yüzlerce yurdum insanı akın etmiş tam da iftar saatinde. Muhabirin neden buraya geldiklerine ilişkin sorusuna verdikleri cevaplar muhtelif olmakla birlikte üzerinde ittifak ettikleri hususun burada Oruç Baba adlı bir azizin (gâvurcası Saint, kısaltması st, St. Paul gibi) kabrinin bulunmasından kaynaklanan ruhani havayı solumak olduğu anlaşılıyor. Bu ziyaretin kâmil olabilmesi için orucun sirkeye ekmek banılarak açılması ritüeli temel şartmış. Çevrede yer tutan esnafın, yanlarına sirke almadan gelen mü’minlerin bu ihtiyacını giderebilmek için canhıraş bir seferberlik içerisine girmiş oldukları ekrana yansıyan görüntülerden anlaşılabiliyordu. Bazı teyzemler sırf bu kutsal ameliyeyi icra edebilmek üzere İstanbul’a çok uzak diyarlardan geldiklerini söylerlerken ne denli gururlu ve huşu içerisinde olduklarını görmeliydiniz. Maneviyatı coşkun bu yüreklerden bir tanesi kızının üniversite imtihanında istediği bölüme girebilmesi için geldiğini, diğer biri, iki yıl önce yine geldiğini ve ev sahibi olmak konusundaki ricasının yerine getirilmesi ardından bu kez de  Alzheimer olan bir yakının şifa bulması için yeni bir ziyaret gerçekleştirdiğini söylüyordu, elindeki çaputu içerisine giremediği mezarlığın demirden korkuluklarına bağlarken. Ancak hakkını vermek lazım, kalbi insanlara yardım sevgisiyle dolu birkaç er kişi iç bölüme sızmışlar ve dışarıdaki yığınların kendilerine zengin olmak dileğiyle uzattıkları cüzdanları ”Baba”nın mezar taşına -ve sanırım bila bedel- sürme işlevini büyük bir ciddiyet ve sorumluluk bilinciyle ifa etmekteydiler. Manevi duygular bildiğiniz şelalelere taş çıkarırcasına coşmuş, mübarek mü’minler ezanın okunmasıyla birlikte birbirilerine sirkeli ekmek ikram edebilmek için adeta yarışıyorlar, takva sahibi bazı ablalar ise yanlarında getirdikleri doğal üretim halis ve de organik sirkelere ekmek banıp oruçlarını açarlarken sanki diğer dindaşlarına iman-ı kâmil sahibi olmanın ne gibi fedakârlıklar gerektirdiğinin mesajını veriyorlardı.

Tabii ki, Baba’nın kutsi mezarı başında oruç açma bahtiyarlığına erişen bu kitlenin tümünün aynı derecede iman ve şuur sahibi olduğunu iddia etmemiz büsbütün haksızlık olur. Zira kutsiyet duygusu eksik birkaç halamız buraya sadece hazretin ruhuna Fatiha göndermeye geldiklerini, talep ve dualarını ise direkt Allah’a yönelttiklerini üstelik açıkça ifade etmekteydiler. Şaşılacak işti doğrusu!..

Hişşşst, size diyorum size, Ramazan münasebetiyle sabah akşam, gece gündüz tivi ekranlarında bol bol konuşan dini hocamlar size söylüyorum. Sahi ne anlatıyorsunuz siz? Bu ablalar aynı zamanda sizin programlarınızın en büyük tüketici kitlesini oluşturuyor, farkında mısınız? O ekranlarda ”din” anlatmak üzere boy gösterirken aldığınız ücretlerin kemiyetleriyle vallahi bir sıkıntım yok da, bari hakkını verin birader. İslam’ın üzerine kurulduğu temel esaslar konusunda milleti irşad edip, hakikatleri aktaramamışsanız halen, yaptığınız iş sadece çene çalmaktır. Hüzünlü, ağlamaklı, bir yükselip bir alçalan irrite edici bir ses tonu ve dahi sırıtık bir yüz ifadesi yetmiyor insanların İslam’ı anlamasına… Sahi ne anlatıyorsunuz siz bu programlarda? Kur’an’i tevhid gerçekliğini mi, yoksa müşteri toplamak için göz yaşartmaya yönelik abartılı hikâyeler mi? Çok zamandır tahammül edemediğim için ben izlemiyorum sizleri. Ancak izleyenlerin durumu buysa, haliniz ve halimiz nicedir muhterem!..

Esen kalın…