İşte insanın ve dolayısıyla onun idare merkezi olan kalbin hali. O halde insan kalbini temizlemelidir. Buna tevbe denir. Yani günahlara pişmanlık duymak ve Rabbimizden af dilemek! Cenab-ı Hakkda tevbe eden kullarını sever:

 “Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.”(2 Bakara 222.)

Zira insan daima kirlenmeye müsaittir. Hatalar, yanlışlar yapar ve günahlara dalar. Bir anlık dalgınlık bile bazen hayret verici bir yanlışı beraberinde getirir. Çünkü onda nefis vardır ki, o daima kötülüğü emredicidir:

 “Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”(12 Yusuf 53.)

Gerçekten de insan bunu daima yaşar. Eğer Allah’ın yardım ve inayeti kula ulaşmasa daha da kötü durumlara düşer.

İşlemiş olduğu günah ve yanlışlarla Rabbi ile arasına perde çekilen insan, onu açtırmak için yine Rabbine yönelecektir. Pişman olduğunu dile getirerek gözyaşı dökecek, bağışlanma talebi ile istiğfar edecek, böylelikle Allah’a dönmüş olacaktır. İşte tevbe ve istiğfar bütün bu manâları içine alır. Yüce Rabbimiz de böyle kullarını bağışlar:

 “Şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.”(17 İsrâ 25.)

Allah’a yönelmek sûretiyle nefse ve şeytana sırtını çeviren insan, bu gayret içerisinde hayatına devam ederken, yine O’na istiğfara devam edecektir. Zira insan hatadan hâli değildir. Ufak tefek kusurları olmaya devam ettiği için, tevbe ve istiğfar kulun Rabbiyle olan rabıtasını (bağını) kesmeyecek ve kulluk şuuru içerisinde yaşamasını sağlayacaktır.

BEŞER ŞAŞAR

Biliriz ki insan farklı sıfatlarla yaratılmıştır. Onun fıtratında meleklerin sıfatı da, hayvanatın sıfatı da vardır. O ne sadece melekler, ne de hayvanlar gibidir.

Allah (c.c.) ona irade-i cüz’iyye vermiştir. İman edip etmemekle o, iyilik ya da kötülük yolunu seçebilir. Îman ettiği zaman, melekût âlemine adım atmış olur.

Ama imanının gereklerini yerine getirmesi lâzımdır. O bu konuda ne kadar gayret ederse, o kadar başarı elde edecek ve meleklere de o derece yaklaşmış olacaktır. İnanmayanların ise bu konuda bir başarısı olamaz.

İnanan insanların imanının istediği şeyleri yerine getirmesi gerekir. Eğer o emir ve yasaklara riayet etmeyecek olurlarsa o zaman günahkâr olacaktır. Evet, insan nefsine uyabilir, günahlara dalabilir.

Zira o nihayet insandır. “Beşer şaşar” ifadesiyle eskilerimiz bu manâyı kısa ve özlü bir şekilde dile getirmişlerdir. Kul olmak da bunu hatırlatır. Çünkü bizler eksik ve âciz yaratıklarız. Günah bizim işimizdir, af ve mağfiret ise Rabbimize âittir.

KALPLERİN HALİ

Kul günah işler ama tevbe etmezse yukarda da işaret edildiği gibi kalben kararmaya başlar. Nasıl ki kalp güzellik ve iyiliklerle huzur bulur, Allah’ın zikriyle mutmain bir hale gelirse, bu durum onun sahibi için ne büyük nimettir. Ayet-i kerime bu hakikati şöyle haber verir:

 “Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”(Ra’d 28)

Yine o kalp ki, kötülük ve günahlarla da hastalanır.

Onun en başında küfür ya da şirk ehli bir kalp gelir ki bu kalp asla, bir mü’min kalple boy ölçüşemez.

“Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaları nedeniyle, kâfirlerin kalbine şiddetli bir korku salacağız. Onların barınağı ateştir. Zalimlerin barınağı ne de kötüdür.”(3 Âl-i İmran 151)

İşte küfrün ve şirkin sonucu.

Münafıklara gelince, onlar ikiyüzlüdürler:

“Onların kalplerinde hastalık (şüphe ve şehvet) vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemeleri/yalanlamaları nedeniyle onlar için can yakıcı bir azap vardır.” 2 Bakara 10

TEVBEYE DAİMA İHTİYAÇ VARDIR

Efendimiz’in (sav) şu duaları ne kadar da önemlidir:

“Ey kalpleri halden hale evirip çeviren Allah’ım! Benim kalbimi Dinin üzere sabit kıl.”(Tirmizi, Deavat 125)

Âmin diyoruz can-ı gönülden.

Evet, Mü’min kişi ise, küçük de olsa günahlardan uzak olmadığına göre, daima tevbe etmeye tabii ki ihtiyacı vardır. Peygamber Efendimiz sav, “Ey insanlar! Allah’a tevbe edip ondan af dileyiniz. Zira ben ona günde yüz defa tevbe ediyorum,” (Müslim, Zikir 42)buyurmuşlardır ki bu bize en güzel örnektir.

Meselâ midede oluşan ülser rahatsızlığına baktığımız zaman, belki onun ufak tefek rahatsızlıklarla başladığını görürüz. Eğer erken tedavi edilmez, perhizlerine dikkat edilmezse günden güne artacak ve mideyi kaplayacaktır. Bundan sonra ise başka hastalıklara da kapı açabilecektir.

Gerçi hastalıklar hep böyledir. Erken teşhis ve tedavi ise hepsi için en önemli tedavi unsurudur. O halde kişi mânevî yönden de perhizine dikkat etmelidir. Bu da günahlardan kaçınmaya ve emredilenleri yapmaya bağlıdır. Ama eğer günaha meyletmişse işte burada da aynı şey, yani erken teşhis ve tedâvî gereklidir.

TEVBE BİR EMİRDİR

Yüce Allah (cc) tevbenin öneminden dolayı kullarına tevbe etmeyi emreder:

 “Allah’tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (4 Nisa 106.)

 “Artık Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir.”(110 Nasr 3.)

Bunun için âlimler; “günahın her çeşidinden tevbe etmek vaciptir” demişlerdir.

Tevbe insanı tertemiz kılması, onu Rabbine ve dolayısıyla cennete yaklaştırması sebebiyle emir buyurulmuştur. Yoksa; Allah’ın kullarının tevbesine ihtiyacı yoktur. Ama O, kullarının cehennem hayatına değil, cennet hayatına gitmesini ister. Bundan dolayıdır ki kullar Rabbine yönelmeli, O’nun sonsuz hayat ve bitmeyen nîmetlerini kazanmalıdır.

AKILLI İNSAN

Akıllı insan da ancak böyle yapar. Yoksa nefis ve hevâsının peşine düşen asla akıllı değildir. Bu mana Efendimiz’in (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle geçer:

-”Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölümünden sonrası için amel işleyendir. (Âciz) insan da, nefsini kendi hevâsına tabi kılan (sonra da), Allah’tan kurtuluş bekleyendir.” (Tirmizi, sıfetü’l-kıyame 25; İbn Mâce, zühd 31.)

Evet, akıllı insan âhiret yurdunu düşünen ve oraya hazırlık yapan kimsedir. Zira bu dünya onun yanında bir gün ya da daha azdır. Bunun için büyüklerimiz bir ömür yaşamanın sonunda kendilerine; “bu kadar yıl nasıl geçti ey amca,” diye sorulunca; “bir göz açıp kapayıncaya kadar evlâdım” derken, bir yandan da gözlerinden akan yaşlarını silerlerdi. Bu dünya fânidir tabii ki:

 “Yeryüzünde bulunan her şey fanidir.” (55 Rahman 26.)

Dünya hayatı fânidir. Ona gönül kaptırılmamalıdır. Zira o, insanı aldatır, sonra da ona sadakat göstermeyip toprağının altına alarak onu çürütür. Böyle yaşamanın ne anlamı olabilir ki? İnsanoğlu ibret almak istiyorsa özellikle eski kabristanlara gidip ibretle bakmalı ve düşünmelidir. Zira oralarda yeni ölenler gömülürken, nice insan kemikleri çıkar. Onlar da insandı bir zamanlar. Yer, içer, giyer, zevklenir, gezip tozarlardı. Ne oldu onlara? Nerelere gittiler? Gün gelip bizler de göçmeyecek miyiz şu dünyadan? Bizim hâlimiz ve sonumuz ne olacak acaba?

O halde tevbe ve ibadete devam!