Bu uyarı hayati öneme sahip; bir anlamda ulusal güvenlik meselesi...

İçilebilir su kaynakları hızla tükeniyor, sularımız çekiliyor.

Tarım arazileri sistematik bir şekilde yerini beton bloklara terk ediyor! Her tarafta çağdaş peribacaları yükseliyor…

Tarımsal üretimde aile işletmeleri hızlı bir tükeniş yaşıyor. Ailelerden oluşan boşluğu tekelci şirketler dolduruyor. Tarım ve hayvancılık birkaç şirketin tekeline giriyor.

Tersine göç sloganları yalan oldu; köyden kente göç durdurulamıyor.

Fahiş fiyatları bir yana; gübre diye çiftçiye dayatılan zehirler hem cebimizi hem de topraklarımızı yakıyor!

Özetleyecek olursak…

Tarım ve hayvancılık durma, tükenme noktasına gelmiş durumda.

Gıda enflasyonu durdurulamıyor; çalışan maaşlarına ne kadar iyileştirme yapılırsa yapılsın gıda ürünlerine yapılan zamlarla başa çıkmak imkânsız gibi.

Peki ne yapmalıyız?

Hangi politikayı uygulamalıyız?

Tekrar düzlüğe çıkabilmek için kimlere ne gibi görevler düşüyor?

Evvela tekrar toprakla barışarak işe başlamalıyız.

Kırsalda yaşamayı tekrar cazip hâle getirmeliyiz. Tersine göç hadisesini slogan olmaktan kurtarıp köye dönüşleri başlatmalıyız. İnsanları köyde yaşamaya, üretmeye ikna etmeliyiz. Peki bunu nasıl başarabiliriz?

Köye yerleşmek isteyen insanı kolay üretebileceğine ve ürettiğini kolay satabileceğine ikna edersek gerisi kolay...

Tarım arazilerine yerleşim birimlerinin inşa edilmesini durdurmalıyız.

Tarım ve hayvancılıkta tekelci şirketlerin hâkimiyetine son vererek aile işletmeciliğini tekrar canlandırmalıyız. Bu konuda Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın tarımsal desteklemelerde “aile işletmelerine uygulanacak pozitif ayrımcılık”la ilgili son açıklamaları biraz umutlandırdı. Ama yine de zaman gösterecek.

Kaçak sondaj ve su avcılığını derhâl durdurmalıyız. Toprağın altı da üstü de bizden suyunu çekmeye başladı. Elde kalan su kaynaklarını; dereleri, ırmakları ve nehirleri verimli kullanmalıyız.

Gıdanın kimyasını, doğal akışını, fıtratını korumalıyız. Değilse hasta, dayanıksız, depresif, sapkın, bencil, hain ve ahlaksız bir toplum kaçınılmaz olacak.

Küresel emperyalizmin ahlaktan, izzetten ve onurdan yoksun robot insan üretme projesini “haram gıda” tüketimi ile gerçekleştirdiğini bir an bile aklımızdan çıkarmamalıyız.

Yaşadığımız, aşırılıklar çağıdır!

Emeğimiz, ekmeğimiz, havamız, suyumuz, dağlarımız, tarlalarımız, hayvanlarımız, toprağımız ve tohumlarımız daha çok kazanmak hırsına kapılan zalimler tarafından talan edilmek isteniyor.

Seküler ve sapkın yaşam biçiminin bütün dayatmalarına karşı dik durmalıyız.

Milletimizin ve coğrafyamızın bekasını kısa vadeli kazançlara heba edemeyiz.

Dünyanın en verimli tarım topraklarına sahibiz.

Ancak!

Bu topraklardan yeterli ve gerekli verimi alamıyoruz. Daha fazlası için değil, daha faydalısı için çalışmalıyız.

“Sigortalı masa başı iş” karşılığında köyünü terk etmeye mecbur bırakılmış, “buralardan kurtul” safsatasıyla göçe ikna edilmiş, öz güvenini asgari ücrete havale etmiş yığınlarla geleceği inşa etmek mümkün değildir.

Kentlere akın edip sonra da gıda ve tarım ürünlerinin pahalılığından şikâyet etmek inandırıcı gelmiyor!

Eskiler ne güzel söylemiş: “Sen ağa, ben ağa; inekleri kim sağa?”

Durumumuz tam da böyle! Herkes masa başı iş hayali kuruyor ama tüm gıda ürünlerinin de çok çok ucuz olmasını istiyor!

Şehrin gölgeli sokaklarında adım eskitip tarımın tekelcilere teslim edildiğini söylemek kimseye bir şey kazandırmayacak!

Çiftçisinden siyasetçisine, bürokratından akademisyenine, sanayicisinden esnafına kadar hemen herkes bu kutlu ülkenin bekası için elini taşın altına koyacak; çileye talip olacak…

Birlik ve beraberlik içerisinde omuz omuza üretmeyi, paylaşmayı ve yaşamayı öğrenmek zorundayız.

Aynı eski günlerde olduğu gibi…

Biz bize yetmeliyiz.