Bu yazı, aslında tarihin yazılmasına vesile olan insanların izlediği yol ve siyaset üzerinedir… Son dönemlerde ülkemizle ilgili yazılan haberlerde sıklıkla gördüğüm bazı ifadeler üzerine böyle bir konuyu gündeme taşımak istedim… Bu ifadeler, bir vehim mi yoksa hakikate dönük yüzleri de var mı? Nedir o ifadeler? “Tarihi bir ana tanıklık ettik” veya “Cumhuriyet tarihimizde bir ilk daha gerçekleşti” nev’inden…

Konu, tarih yazdırmak olunca işin önemli bir yanını da tabi ki tarih yazdıran siyaset anlayışı ve liderlik biçimi oluşturuyor. “Siyasetin yaptığını kimse yapamaz, yıktığını da kimse yıkamaz” temel mottosu burada önemli bir hakikate vurgu yapıyor…

Bazı şeylerin tesadüflerden öte olduğunu düşünüyorum ve “İnsanın doğduğu coğrafya ve içine doğduğu koşullar onu mutlaka şekillendiriyor” gerçeğini de eklemek istiyorum. Siyaset denince onu liderden ve devlet adamından bağımsız düşünmek neredeyse imkânsızdır.

Tarih yazdıran liderlerin siyaset anlayışları, yüksek risk alma ve cesaret üzerine kuruludur. Son dönem siyasetimizi şekillendiren liderlerin hayatlarını yoğuran çilelerin, onların liderlik ruhlarında oluşturduğu cesareti, coğrafyalarından ve yetişme biçimlerinden ayırmak mümkün olamaz.

Bazıları için kabulü zor olan Erdoğan liderliğinin zorluğu da aslında birazda işin doğasından geliyor. Ben de; “Liderlik güzelliğe benzer; tanımlanması zordur, ama gördüğünüz zaman anlarsınız” diyen Warren Bennis’i destekler bir anlayışla liderliğe bakıyorum. Elbette liderliğin standartları vardır; fakat bu standartlara “doğuşta kaybedenler” diye bir kategori açarak bakmak da doğru değildir…

Hayatın pek çok alanında başarılı olan ve belli bölgelerden yetişen liderlerin, “doğuştan” geldiği iddiası, diğer bölgelere adaletsizlik yapıldığı anlamına gelir ki bu da “yüce adalet”e yapılacak en büyük haksızlık olur…

Başarılı olmuş liderlerin ortak özellikleri de bize, liderliğin sonradan kazanılması mümkün bir özellik olduğunu ifade eder… Geçiş coğrafyalarının, heterojen kültür yapılarının ve zorlukların pişirdiği liderliklerin çok daha etkin ve yaygın olduğu hakikati de bizi doğrulayacaktır…

Lider olarak doğmamış olsalar da ve kendi kendilerini lider olmaya hazırlamış olan büyük şahsiyetler vardır. Kendilerini kanıtlamakla ilgilenmemişler ve sadece kendilerini ifade etmek istemişlerdir. Hayatları boyunca kendilerini yetiştirmeye ve geliştirmeye devam etmişlerdir… Bu özellikleri ifade eden Konosuke Matsushita, büyük zorlukların yetiştirdiği bir lider olarak dünyanın en büyük markalarının kurucusu olmuştur… Yani bu hükümleri ifade eden şahsiyet, bunları bizzat hayatında da uygulamıştır…

Toplumsal olarak, yüksek liderlik vasıfları kazanmış yeni nesiller yetiştirmeyi ve yeni yeni tarihler yazdırmayı hep birlikte yaşamayı arzu ediyorum… “İş arayan değil iş kuran” girişimci ruhlar yetiştirmek hala ve güçlü bir şekilde elimizdeyken bunu yapmak zorundayız.

Siyasetimizin “alternatifsiz bir liderlik” yaşamaması adına, muhalefetimize de yüksek kapasiteli liderler temenni ediyorum… Özellikle ana muhalefetin son dönemlerde karizmatik liderlikten yoksun olduğunu düşündüğümüzde, söz ettiğim şeyin ne anlama geldiği daha iyi ortaya çıkacaktır… Bu yoksunluk son dönemlerdeki birçok meselede de desteklenmiştir. Atılımcılık yerine sadece kendi iç meselelerine hapsolmuş bir Türkiye isteğini öne çıkararak, eski anlayışlara özlem vurgusu sürekli yapılmaktadır.

Son dönemde yaşanan başarılara “yüzde yüz kazanma” denemese de mutlaka “kazanma” denmesi gerekliliği, ideolojiler üstüdür kanaati acizaneme göre…Gündemin ya da güncelin örtüsünü hakikatin üzerinden atabilen her düşünen aklın, bu hakikate ulaşması çok muhtemeldir…

Mademki potansiyel vardır o halde sonuç olarak, tarihin beslediği bir arşiv ve ona destek olan bir “toplumsal hazır bulmuşluk” üzerinden diyorum ki, rekorlarla dolu bir tarih, rekorlara doymayan liderler temennisiyle…