Terör örgütü PKK’nın önde gelen liderleriyle görüşüp röportaj yapan bir gazetecinin Taliban liderlerinin fotoğraflarını yayınlayarak “Bunlardan hangisiyle ne konuşulacak?” yazması, belli bir kesimin Afganistan ve Taliban konusunun ötesinde İslam’a ve Müslümanlara bakışını yansıtan, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir gösterge.
Söz konusu gazetecinin “konuşulamayacak kişiler” ilan ettiği Taliban liderlerinden herhangi birini tanıdığını sanmıyorum.
Sadece fotoğraf karesindeki kişilerin kılık ve kıyafetlerine bakarak önyargısını dile getiriyor.
Muhtemelen sakallı ve sarıklı Taliban liderlerini “vahşi”, “yobaz” ve “yabani” görüyor.
Müslümanları her fırsatta sakallarından, sarıklarından ve giydikleri geleneksel kıyafetlerden dolayı aşağılayan o kesimin aynı şeyi Hıristiyanlara ve Yahudilere yapmaması dikkat çekici.
Örneğin İsrail’de bakanlık koltuğunda oturan uzun sakallı bir fanatik Yahudi din adamı, Batı’daki bir papaz için benzer şeyler söylediklerini duyamazsınız.
Haredi Yahudilerden bir kadının ya da bir rahibenin kıyafetiyle ilgili olumsuz yorumlar yaptıklarını da göremezsiniz.
Hatta yanlışlıkla öyle bir şey yaparlarsa ardından kırk kez özür dilerler.
Kısacası, problemleri aslında sarıkla ve sakalla değil İslam’la ve Müslümanlarladır.
Bugünlerde benzer bir yaklaşımın İslami kesimden de geldiğini görüyoruz.
Afganistan yaşadığım ve yakından takip ettiğim bir ülke değil.
Taliban hakkında da geniş bilgim yok.
Fakat yazılıp çizilenlerde bir terslik olduğunu görmek için uzman olmak gerekmiyor.
İsrail’in hamisi ABD tarafından “kurulduğu ve yönlendirildiği” iddia edilen hareketin ülkede kontrolü sağlamasını ilk kutlayanlardan birinin Hamas olması bile yapılan bir takım yorumların tutarsızlığını göstermek için yeterli.
Bir yandan hareketin Suudi Arabistan tarafından finanse edildiği öne sürülürken diğer yandan Riyad’ın desteklediği Medhali Selefiler, yandaşlarının Afganistan’daki gelişmelere sempati duymalarını önlemek için Taliban’ın “Hanefi-Maturidi” olduğunu söylüyor.
Doğru bilgiye sahip olmadan sağlıklı yorum yapmak imkansız.
Öncelikle -güzellemelere ve şeytanlaştırma çabalarına aldırış etmeden- Taliban’ın kim olduğunu öğrenmemiz gerekiyor.
Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara, “Çağdaş İslami Akımlar” kitabında (Klasik Yayınları, 10. baskı, sf. 94) şöyle diyor:
“Taliban, Afgan halklarının yüzde 90’ı gibi Hanefi mezhebindendir ve birçoğu Kadiriyye veya Nakşibendiye tarikatlarına müntesiptir. Okudukları medreseler Diyobendiye kökenli eğitim kurumlarıdır. Geleneksel Hanefi formülasyonuna sıkı sıkıya bağlı olan bu yapı, modern sorunların çözümünde bile katı kurallar içinde ve literal tarzda bu eski mezhepsel formülasyonları esas almakta, yeni metotları ve bunların neticesinde doğan yorumları bid’at ya da dalalet olarak değerlendirmektedir.”
Büyükkara, Taliban’ın ilk dönem Hanefiliğine bağlılığını “Hanefi selefiliği” olarak niteliyor.
Bazıları ise hareketin el-Kaide’yle işbirliğiyle birlikte Hanefilikten uzaklaşarak “selefileştiğini” öne sürüyor.
Bu iki değerlendirmeden hangisinin ne kadar doğru olduğunu tespit için Taliban medreselerinin mevcut eğitim programları ve Doğu Hanefi Geleneği’yle uyumu incelenebilir.