Gıda kaynaklı hastalıklar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam ediyor.
Besinlerle bulaşan hastalıklar tadımızı bozuyor!
Yetersiz altyapıda, zararlı katkı maddeleriyle, çevre koşulları olumsuz yerlerde üretilerek uygunsuz şartlarda ve hatta açıkta satışa sunulan gıdalar insan sağlığını tehdit etmekte.
Zararlı mikroorganizmalarla bulaşma sonucunda, akut etki olarak gıda zehirlenmeleri görülmekte.
Ancak gıda kaynaklı hastalık envanteri ülkemizde yeni yeni konuşulmaya başlandı.
Bakın ‘envanter tutuluyor’ demiyorum.
Yeni yeni konuşmaya başladık.
Yani!
Yanisi, geç kaldık!
Merdiven altı üretim metotları…
Katkı maddeleriyle üretilmiş, yol kenarında satışa sunulan, egzoz gazıyla demlendirilmiş besinleri yeme alışkanlıklarımız bizi hasta ediyor.
Bu tespite itiraz edenlere, gelişmiş ülkelerde gıda kaynaklı hastalıkların güvenilir istatistiklerle rapor edildiğini hatırlatmak isterim.
Örneğin Amerika; bu ülkede yıllık yaklaşık 100 milyon gıda zehirlenmesi ve gıda kaynaklı hastalık görülüyor. Avrupa ülkelerinde bu rakam 150 milyondan fazla!
80 milyonluk Türkiye’de gıda zehirlenmesi ya da gıda kaynaklı hastalık yok gibi!
Maşallah bize!
Ama durum öyle değil.
Biz henüz bu tehlikenin farkına yeni vardık, yeni yeni uyanıyoruz. ‘Bizi kim hasta etti?’ diye sormaya yeni başladık
Gıdalarımıza çok mu güvendik?
Biri bizi kandırdı mı?
Gözümüzü gıda boyalarıyla boyadıkları için bazı gerçekleri görmemiz uzun sürdü.
Bu süreçte neler mi kaybettik?
Sadece bir örnek vereyim. Gerisini siz hesaplayın artık!
1970’li yıllarda yüzde 2,5 şişmanlık oranına sahip olan Türkiye, 2023 yılına geldiğimizde çocuk varlığının yüzde 50’sini obeziteye kurban vermiş durumda!
Şu soruya birlikte cevap arayalım…
Türkiye’de, son çeyrek asırda hasta sayısı 200 milyonlardan 850 milyon seviyelerine nasıl ulaştı?
Janjanlı ambalajlarla çocuklarımızın gözüne sokulan sözde atıştırmalıklar…
Soralım kendimize.
Sırf kodekse uygun diye kıvam artıran, renk veren, raf ömrünü uzatan kimyasalları gönül rahatlığıyla ürettikleri gıdalara boca eden gıda üreticileri hangi vicdanı taşıyor? Bu ürünlerin üretilmesine müsaade eden bürokrasi ne kadar masum? Onları evlerimize taşıyan renkli ekranlar; o ekranlardan çocuklara sözde gıda, gıda takviyesi diye âdeta zehir telkin eden sözde sanatçılar!
Siyasi görüşü, dünyaya bakışı ne olursa olsun; kendisini bu ülkeye ait hisseden herkese büyük görevler düşüyor.
Milletini düşünen, vicdanlı olan, gıda baronlarıyla iş tutmayan, ülkesine güvenen siyasetçilerimiz; gıda ve tarım yöneticilerimiz, eğitimcilerimiz, gıda üreticilerimiz, iletişimcilerimiz!
Madem ki bu ülke bizim. Madem biz birlikte güzeliz; yan yana, omuz omuza güçlüyüz. Madem bu çocuklar bizim geleceğimiz.
O zaman, Türkiye’nin güçlü yarınlarını hayal edebilmemizin önündeki engelleri yok etmeliyiz.
Öncelikle insanımızı güçlü ekonomiye ve istikrarlı satın alma gücüne kavuşturmalıyız.
Tüketici bilincini artıracak eğitimlere önem vermeliyiz.
Gıda ve tarım politikalarımızı gözden geçirmeliyiz.
Gıda, tarım ve beslenme kavramlarını ilköğretim seviyelerinde eğlenceli derslerle minik beyinlerimize aşılamalıyız.
Film ve dizilerde güvenli gıda tüketiminin önemini vurgulayacak replikler hazırlamalıyız.
Geleceğimizi çalmak isteyenlere müsaade etmemeliyiz.
Tadımızı bozmak isteyenleri aramızdan ayıklamalıyız.