Eski müteahhitler bir mülk sahibiyle anlaşıp, inşaata başlamadan önce ”Mülk Allah’ındır, sonra devletin ve en son da bizim” şeklinde hikmetli sözlerle konuşmaya başlarlarmış. Ülkemizin en önemli sanayicilerinden merhum Vehbi Koç’un altı maddelik ticari ilkelerinin başında ”Müşteri velinimetimizdir” yer alır ve hemen peşi sıra ”Devletim varsa, ben de varım” şiarı ilk maddeyi takip eder.

Bu girizgâhın nedeni tabii ki, devletin ”Kırmızı Kitabına” da girmiş Paralel Örgütle mücadele kapsamında Zaman Gazetesi’ne kayyim atanmış olması. Uzunca zaman devlet içersindeki gizli örgütlenmelerini; Türkçe Olimpiyatları, güya hayır hasenat faaliyetleri ve Türkiye’nin sesini tüm dünyaya duyurmak iddiası, güya demokrasiye karşı girişimleri engellemek üzere devlet içindeki cuntaları yok etme şovlarıyla ve ota bota kimsenin anlayamadığı bir şekilde salya sümük ağlayarak ruhani bir kişilik izlenimi vermeye çalışan elebaşlarıyla bir şekilde gizleyebilmeyi başarabilmişlerdi. Esasen 17-25 Aralık darbe girişimlerinin boşa çıkması ardından başlarına gelebilecekleri azıcık olsun öngörebilmeleri de gerekirdi. Nasıl bir özgüvense anlaşılan kaybetme ihtimalini hiç hesaba katmamışlar.

Üstelik bu yapı, ”dönemin Başbakanı’nı” medyalarında gece gündüz yayınladıkları ayakkabı kutuları ve para sayma makineleri arasında sıkıştırıp yok etmeye çalışırken, aslında apaçık bir şekilde kendilerini deşifre ettiklerinin farkına varamadı. Erdoğan’a karşı giriştikleri linç harekâtının ardından hiç bir pişmanlık emaresi göstermedikleri gibi ülkeyi içine düşürdükleri durumu zırnık önemsemediler ve çok daha çirkef yöntemlerle 30 Mart 2014 yerel seçimlerini ve 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileyebilmek için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Erdoğan’a karşı nefret, kin ve linç hisleri onları öyle bir mecraya sürükledi ki bugüne kadar savundukları tüm değerleri, varlıklarını koruyabilmek için ayaklar altına aldılar. Ne kadar millet ve devlet düşmanı marjinal akım varsa onlarla işbirliği yapmaktan kaçınmadılar. Son olarak PKK’ya bel bağlamışlardı ve orada da göçtüler. Başlarına gelecekleri esasen tam anlamıyla kendi yaptıkları ihanetlerle kendileri tercih ettiler. Tam anlamıyla bir nefret paranoyasına düştüler ve azgınlaştıkça azgınlaşıp din, vatan, millet, ülkü gibi algılardan bir anda yapılarını korumak adına sıyrılıp, gerçek yüzlerini açığa vurdular.

Bu yapıya ait medya gruplarının güya fikir özgürlüğü ve basın hürriyeti adı altında fitne, fücur ve bozgunculuk içerikli yayınlar yapıp Türkiye düşmanlarıyla düşüp kalkmak konusunda inatçı ısrarı nedeniyle daha önce yapılan operasyonların ardından bu kez Zaman’a kayyim atanmasıyla taçlandı.

Şimdi birileri sormadan ben söyleyeyim; kendisi de bir gazetede yazıp maişetini bu yolla temin eden ve bu gazetenin Ankara Temsilciği görevini de deruhte eden biri olarak bu el koymalardan hiç bir rahatsızlık duymuyorum. Milletin dini hassasiyetlerini manipule ederek, ya da duygu sömürüsü yaparak veyahut akıl almaz baskı yöntemleriyle topladıkları kayıtsız paralarla elde ettikleri güç ve refahı, bizatihi devletimizin demokratik varlığını tehdit eden bir aygıta çevirmeleri karşısında sorumluluk makamında olanlar gereğini yapmış ve milletin kaynaklarıyla oluşturulduğu halde millete düşmanlık etmekte ısrarcı davranan bu medya grubuna el koyup, gerçek sahibine yani millete iade etmiştir. Konu tam anlamıyla bundan ibarettir ve basın özgürlüğü, ifade hürriyeti gibi kavramlar ardına gizlenerek yapılacak hiç bir değerlendirmenin de kıymeti harbiyesi yoktur. Malum gazete çalışanlarının kapıları zincirleyip, görevlileri içeri sokmamak adına yaptıkları tiyatro esnasında ” Hırsız, hırsız” şeklinde slogan atanların esasen yedikleri ya da alet oldukları kul haklarının bu Dünya ve Ahiretlerini karartmaya yeteceğini anlamıyor olmaları inanılır gibi değil. Bazı tarikatlar vardır, öylesine inançlılardırlar ki, toplu halde siyanür içerek intihar ederler. Bu arkadaşlarda tam da o ruh halini görüyorum işte. Demek ki deşifre oldukları ilk anda kendilerine yapılan Haşhaşi yakıştırması boşuna değilmiş.

Din, inanç, felsefe, ideoloji, doğru, yanlış vs. hepsini bir yana koyarak da baktığımızda tarihi tecrübe bize şunu söylüyor; eğer giriştiğin iktidar-güç kavgasında kaybeder ve şuursuzca saldırmaya devam edersen bunun bir bedeli olur. Bunun olacağını görmek için meczupların rüyalarından medet ummak ya da vatan düşmanlarına sığınmak bir fayda sağlamaz. Milletin iradesiyle başa gelen birini, bitirmek istediniz ve beceremediniz. Bedelini paşa paşa ödemeniz kaçınılmazdır.

Sonuç olarak mülk Allah’ındır… Yeryüzünde bir mekânın ya da alanın sana ait olduğunu tescilleyip hukukunu koruyan devlet diye bir erk varsa, senin adına kayıt alıp muhafaza ettiği o yeri, o devlete zarar veren bir odak haline getirmişsen her zaman elinden alma hakkı da vardır. Oyunu herkes bu gerçeği bilerek oynamalı…

Selam ve dualar…