Kültür dediğiniz şey özgündür. Özgürlüğü besler. Sessiz gibi görünen zamanda saklanır ve geçmişi geleceğe sesler… Sanat ise kültürün şeklî ve muhtevî yönüdür… Yani kültür çatı, sanat ise bütün bi’ duvar örgüsüdür…

Sanat aynı zamanda geçmiş kuşağın gelecek kuşağa sorgusudur. Ânı yaşayanların zamanı kendilerine miras bırakanlara yergisidir. İnsanın sezgisidir sanat ve insanın insanlık sergisidir…

İnsanlık tarihinin en sağlam ve toprağa en renkli işlenmiş coğrafyalarında olan Anadolu’da ise kültür ve sanat âlemin tarifi, âlemin tarihidir. Haliyle buralı olmanın, meseleye oralı olmayanların idrak edemeyeceği kadar derinde bir cevheri var.

Peki, buralıların şûrâsı neden 28 sene bekler. Anlamak zor…

Neyse ki buralı bir kültür bakanı ile yeniden Millî Kültür Şûrâsı düzenlendi. Katılımcısından sonuç bildirgesine kadar tartışılacak çok noktası var elbet. Fekat tartışmanın çerçevesinin geniş olması tam da zenginliğimize işaret.

Çok şükür, ne zenginiz ama…

“Milli Kültür Şûrâsı Sergisi” tabelasının (yanlış yerleştirildiğini düşündük) ardında Hamamizade Betofın Efendi’den olduğunu tahmin ettiğimiz Klasik Batı müziği icra edilmesindeki ironiyi bir kenara bırakarak kıymet odaklanalım.

‘Millî’ ifadesinin ehemmiyetini son dönemde daha içten hissediyoruz. Bu toprağın insanın olmanın zorluğunu, olamamanın körlüğünü her gün yeni misallerle yaşıyoruz.

Bu ahval ve şerait altında toplanan komisyonların çalışmaları çok mühim. Yazı yayına hazırlandığı esnada sonuç bildirgesi yayımlanmamıştı. Fekat her şekilde gelecek nesilleri besleyecek, günümüzü domine edecek tavsiyelerin dile geleceği kesin. Sonrasında iş resmi yetkililere düşüyor. Tavsiyeleri ciddiye alıp ivedi yerine getirme ihtiyacını karşılamalarını bekliyoruz.

Cumhurbaşkanımız’ın da Şûrâ açılışında ifade ettiği gibi kültürel sığlaşmanın önüne geçecek en ciddi yol haritası çıkmış oluyor. Politika üreticilerin bu noktada cesareti kuşanıp adım atması gerek. Pratikte icra makamının başı olan ismin vurgulamasına rağmen adım atılmayacak olması ya da adımların sınırlı kalması gelecek nesillere karşı telafisi olmayacak sonuçlar doğuracak.

Burada bir hususa dikkat çekmek isterim. ‘Kültürel şahlanış’ diye bir şey olmaz. Kültür, şahlanmaz. Varlığı uzun zaman aldığından, birikerek vücut bulduğundan şahlanış gibi bir şeyi, zamanı yaşayanların fark edebilmesi çok zor. Zaten sanatkarın işlevi de bunu fark edip, eserleriyle geçmişe ve geleceğe taşımaktır. Evet, geçmişe taşımak. Geleceğe taşırmadan, geçmişi kaçırmadan, bugünü incitmeden, yaşanan zamanı es geçmeden farkındalık oluşturmanın adıdır, geçmişe taşımak…

Devam edecek olursak…

Kültürel sığlaşmanın, ‘evrensel’ diye ifade edilen küresel tektipleşmenin getirdiği bir şey olduğunun farkına varılması önemli bir aşama. Tam da bu noktada zaten ‘millî’ kavramı kıymet kazanıyor. Adına yerlilik de denebileceği gibi aynı şey olmadığını ifade etmek isterim. Zira millîlik, küresel sığ algının tarif etmekte zorlandığı bir özgünlük ve özgürlük alanıdır. Şûrâ’nın da bu minvalde sonuçlar doğurmasını temenni ediyorum.

Temennilerin bir başkası da benzeri çalışmaların çoğalmasına dair olacak. İnşaAllah, kendimiz gibi olabilmenin yolunu açacak ‘millîlik’ çabalar desteklenir. Hatta en azından kösteklenmez.

Yeniden Reis’in ifadelerine dönmek istiyorum…

“İrfandan yoksun bir kültür hamallıktır” demişti. Çok doğru. Sanatımıza yansıması gereken, kültürel aktarımın temel kodu irfan olmalı… Bu da birkaç senede oluşamayacağı için, kültür-sanat alanındaki çalışmaların uzun vadede, emin adımlarla, cesurca devam etmesinin zarureti de ortaya çıkıyor.

Artık kültür-sanat alanında aksiyoner olmalıyız. Gerektiğinde masaya yumruğunu vurup statükoya ve bürokrasiye haddini bildirecek icra makamları gerek. Kültür politikası üreticilerin, devletçi akıldan uzaklaşıp ‘millet ile millî’ çerçevede yol izlemeli.

Millî Kültür Şurası’nın bu bağlamda hatırlı kapılar açacağını temenni ediyorum…