Arap Baharı yıllarca fasit ve diktatör rejimlerin baskısı altında inlemiş halkların “Yeter!” dediği ve sözün millete ait olması için ayağa kalktığı bir süreçti.
Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da, Suriye’de ve Yemen’de gençler özgür ve onurlu bir hayat sürmek, yöneticilerini demokratik seçimlerle belirlemek ve bir sonraki seçimde icraatlarını beğenmediklerine hesap sorabilmek istiyorlardı.
Bu haklı istekleri ne yazık ki birçok yerde kanlı bir şekilde bastırıldı.
Devrim rüzgârlarıyla koltukları sallanan diktatörler, Arap Baharı’na “Kanlı Bahar”, “Siyonist Baharı” ve benzeri isimler takarak, Arap halklarının demokrasi talebine karşı el ele verdiler.
Oysa barışçıl gösterilerle başlayan sürecin kan gölüne dönüştürülmesinde halkların hiçbir suçu yoktu ve devrimlerin başarılı olması halinde bölge ülkelerinde halk iradesinin yönetime yansıyacak olması en çok İsrail’i korkutmuştu.
Ayakta kalabilen diktatörler tam “Her şeyi yoluna koyduk ve Arap Baharı’nın defterini dürdük” diye düşünürlerken Cezayir’de ve Sudan’da caddeler ve meydanlar yeniden doldu.
Arap Baharı devrimlerinin ikinci dalgası geldi.
Önce Buteflika, ardından Ömer El-Beşir koltuğunu kaybetti.
Değişim rüzgârları Tunus’tan esmeye başladığında Arap halkları devirmek istedikleri rejimler karşısında oldukça tecrübesizdi.
Doğal olarak çeşitli hatalar yaptılar.
O hataların en büyüğü birlik ve bütünlüklerini koruyamamaları oldu.
Darbecilerin, vesayetçilerin ve demokrasi düşmanı karşı devrimcilerin değirmenine su taşıdılar.
Bedelini çok ağır ödediler ve hâlâ da ödemeye devam ediyorlar.
Demokrasi ve insan hakları edebiyatı yapmaya gelince mangalda kül bırakmayan Batı ülkelerinin Arap Baharı sürecindeki ikiyüzlü tavırları söz konusu ülkelerdeki kriterleri örnek alan Arap gençliğinde büyük bir hayal kırıklığına yol açtı.
Avrupa Birliği’nin kendisi için önemsediği değerleri Arap ülkeleriyle ilişkilerinde tümüyle göz ardı ettiği ve eli kanlı diktatörlerin ayakları altına kırmızı halılar serdiği görüldü.
Devrim rüzgârlarının henüz esmediği ülkelerdeki halklar da bir ülkede verilen demokrasi mücadelesini desteklerken kendi ülkesinin diktatörünü alkışlama çelişkisine düştü.
Sudan halkının bugün verdiği mücadeleye gelince…
Öncelikle şu noktanın altını çizelim:
Ömer El-Beşir, Amerika’ya kafa tuttuğu için devrilmedi.
Bilakis son dönemde Washington’la ilişkilerinde iyileşme yaşanıyordu.
Hatta İsrail’e göz kırpıyordu.
Ocak ayında Çad’ı ziyaret eden Netanyahu’nun uçağı dönüş yolunda Hartum’un kontrolündeki Güney Sudan hava sahasını kullanmıştı.
Klasik diktatörlerden farkı olmayan Ömer el-Beşir kötü yönetimi, yaptığı yanlışlar ve halkın kendisinden bıkması sonucu devrildi.
Sudan halkı doğru adımları atar ve diğer ülkelerdeki halkların yanlışlarını tekrarlamazsa başarılı olmaması için herhangi bir sebep yok.
Öncelikle birlik ve bütünlüğünü korumalı.
Halkın topyekûn mücadelesinin herhangi cemaatin ya da grubun iktidarı ele geçirme kavgası gibi gösterilmesine müsaade etmemeli.
Ülkedeki siyasi partiler, askeri vesayet henüz sona ermemişken üç-beş koltuk daha kapmanın anlamsız olduğu bilinciyle hareket etmeli.
Batı’dan herhangi bir destek beklememeli.
Demokrasi düşmanı ve darbe yanlısı ülkelerin yardımlarından kesinlikle sakınmalı.
Çünkü dost gibi görünseler de Sudan halkının devriminin başarıya ulaşması ve ülkede halk iradesinin hâkim olması en son isteyecekleri şeydir.