İnsan doğası gereği yaptığı her şeyi “beğenilme arzusu” ile yapar…
İnsanın yapıp-etme arzusunu tetikleyen hatta “Marifet iltifata tabidir” sözüyle perçinlediğimiz, “beğenilme isteği”ne, geleneksel kodlarla karşılık vermek için içerik yönünden taşıdığı değer önemli, referans kaynakları ise çok daha katı ve yereldi…
Oysa bu hal, değerlerin çok daha sıvılaştığı, referans kişi ya da gurupların “küresel ölçekte ve sınır ötesi” hale geldiği başka bir durumla yer değiştirmeye başladı...
Elbette erişme ve erişilme kolaylığının tesiriyle küresel devasa kütle içerisinde bir “sele kapılma” durumu var ve bu, gençler için daha tehlikeli oluyor; zihinsel gelişimleri, kimlikleri tam oluşmadığı için…
Bu yanlarıyla gençler, bulundukları her yeri anında bir stüdyoya çevirerek, “aniden sönmeye mahkûm paylaşımlarını, azami etkiye ulaştırmak” için akıl dışına çıkacak kadar sınırları zorlayabiliyorlar; bu yüzden de tatsız hatta canlarına mal olacak sonuçlar ortaya çıkıyor...
Bakan gözlerin sayısı arttıkça, görünür olmanın baştan çıkarıcılığı da o nispette artıyor ve “sosyal medyanın seyyar sakinleri” bu sayede yalancı şöhretin acıtan gömleğini giymiş oluyor; maalesef…
“Toplum mu ekranda kayboluyor yoksa ekrandakiler toplumda?” sorusunun cevabı, her ikisinin de birbirinde kaybolduğudur...
Neticede her iki tarafta da insan vardır…
Etki-tepkileriyle küresel bir olgu hüviyetindeki sosyal medya hesaplarının ve onun aracı oyuncağı ekranların, hayatımızda giremediği hiçbir mahrem alan kalmamıştır…
Bu tarz bir küreselleşme -yöresel, kültürel vs.- bütün farklılıkları tehdit eder hale geldi...
Bu “dijital erozyon” bütün dünyanın “aynı”laştığı bir zeminde, biricik olan her şeyi ciddi manada haksızlığa uğratıyor...
“En büyük eşitsizlik, asla eşit olamayacakların eşitlenmesidir”i temel ilke olarak görenler için çok acı bir sonuçtur bu…
Dolayısıyla globalleşme, “ asla hazır olunması gereken bir şey” olmadığı gibi, tehditlerine karşı sürekli tetikte olunması gereken bir asimilasyon aracıdır…
Bu araçları kullananların sele kapılmamak için öncelikle kim ve nereye ait olduklarını çok iyi kavraması gerekiyor...
Sosyal medyayı hayatımıza sokanların en öncelikli amaçlarının “pragmatik” olduğu gerçeğiyle...
Fakat kitleleri etkileme gücü fark edildikten sonra devletlerin ve yayılmacı emelleri olanların da radarına girdi; tabi işin bu yanı çok farklı bir analiz gerektiriyor…
Bu yazıda bizim için önemli olan bireyin kendini kitlelere sunma aracı olarak bu mecrayı keşfetmesidir…
Oysa sosyal medya sanıldığı kadar “çok seslilik” oluşturan bir mecra değildir...
Yaklaşık sekiz milyar insanın kaç tanesinin sosyal medya fenomeni olduğuna bakarsanız, kullanıcıların şansının, gerçek yaşamdan çok da farklı olmadığını görürsünüz…
Bu şunun gibi bir şey: Hiç fotoğrafınızın olmamasıyla sonsuz fotoğrafınızın olması arasında hiçbir fark yoktur...
Aslında her paylaşım bu kadar da anlık ve değersizdir; değeri paylaşıldığı anda bitmiştir mesela…
Ve bu değersizliğe inananların gerçek zevkleri de değerini yitirir…
Tadını çıkara çıkara oturacağı bir mekânın ya da yiyeceğinin değeri, bir paylaşım anı kadar oluyor; pek çok kişi için...