Yetenekle hevesi karıştırdığımız için heveslerin peşinde koşuyoruz. Hevesin peşinde ziyan ettiğimiz zamanlara da oyalanmak deniliyor; ama biz onu da emek vermek zannediyoruz… Sonunda heveslerinin peşinde oyalanarak vakit kaybeden bütün insanların kaçtığı şikâyet sahillerinde kendimizi karaya vurup şikâyet ede ede ölmeyi bekliyoruz…

Yetenekli insanların -ki yeteneksiz insan yoktur- daha doğru ifadesiyle; yeteneğini fark etmiş insanların desteğe, imkâna ihtiyacı yoktur. Yetenekli insanlara lazım olan tek şey; onlara gölge etmeyin yeter. Bilhassa da devlet gölge etmesin. Yeteneğin bağışa, desteğe, himayeye ihtiyacı olmaz. Destek dilenmeye başlayan herkes yeteneksiz olduğu bir konuda çırpınıyor demektir. Destek dilenmenin ikinci aşaması ise şikâyet etmektir ki bu da sahilde son nefesin verildiğinin işaretidir.

Şikâyet bir hastalıktır değildir, bir hastalığın belirtisidir aslında. Oyalanarak vakit kaybeden insanlar şikâyet ederler. Yeteneksiz olduğu sahada heveslerinin peşinde sürünen insanlar şikayet ederler. Kendine layık gördüğü makamlarda başkalarını görünce haset eden insanlar şikâyet ederler. Bu asla itiraf edilmez ama “Ben niye orada değilim” diye itiraf edemeyenlerin hepsi “O niye orada” diye şikâyet ederler. Bütün şikâyetçilerin ortak özelliği sözüm ona kendi menfaatlerini bir kenara bırakmış kamuoyu adına şikâyet etmeleridir? Mesela son dönemin moda şikâyetlerinden biri olan liyakat konusunda ağzı dolusu şikâyet edenlere denk gelirseniz sorun bakalım; kendisi hangi konuda liyakat sahibiymiş. Ben son zamanlarda çok kullanıyorum bu taktiği işe yarıyor. Kritik soru şu: “Senin kendinden başka birine faydan oldu mu?” Öyle ya millet adına bu kadar dertli olan birinin mutlaka millete bir faydası vardır. Yoksa yok mudur? Belki de sadece şikâyet eden işe yaramaz bir geveze olarak karaya vurmuş ölmeyi mi bekliyordur?..