Söz sözü açar, insan konuştukça ve rahatladıkça doğal hali açığa çıkar. Doğal haline döndükçe de, sosyal onay endişesi gider, evin içindeki halimiz gelir. İşte o zamanlar, içimizdekileri dışımıza vurduğumuz zamanlardır. Eğer bir insan bizim gözümüzde önemliyse, ona düzgün ve itinalı bir dil kullanırız, ikramda kusur etmemeye ve bizim için ne kadar kıymetli olduğunu hissettirmeye çalışırız. Değer verme sebepleri ise kişiden kişiye değişebilir. İlme değer veriyorsak ilim sahibini baş tacı yaparız, bize bir iyiliği dokunmuşsa onu unutamayız, kimimiz de sadece severiz, bir yönüyle bizim kalbimizi kazanmıştır. Bir başka sebep te, sever gibi davrandığımızda bize bir faydası dokunacağını, imaj ve itibarımıza değer katacağını düşündüğümüz insanlara olan yaklaşımlarımız sayılabilir ki, bunun aslında hayatımızda hiç yeri olmaması lâzım. Bunların dışında da sevme gerekçelerimiz olabilir. Fakat asıl önemli olan, kimi sevdiğimizden ziyade, sevme duygusunun bize ne kattığının bilincinde olmamızdır.
Çoğunlukla bizler, ihtiyaç hissettiğimiz şeylerin peşine düşeriz. Değersizlik, yetersizlik duyguları ve sevgi açlığı varsa, bunların arayışına gireriz. Çünkü insanın acil olarak karşılanması gereken temel ihtiyaçları karşılanmazsa, adeta yerçekimi etkisinden çıkmış, tepetaklak dönmüş gibi olur. Bunun telâfisi illâki tek taş alarak, çiçek alarak, sık sık hediye alarak, özel mekânlarda ağırlayarak olması gerekmez. Evin erkeği açısından düşündüğümüzde, akşam evde buluşunca sıkıca bir kucaklaşma ve muhabbet dolu bir bakışla sevgi akışını başlatabilir. Sofrayı kurarken ekmekleri dilimleyivermek, yemekte ağzına bir lokma vermek, eşine hiç eşya taşıtmamak, ‘Yoruldun dinlen artık’ deyivermek, ‘Çocuklar evde annenize yardım edin, birbirinizle güzel geçinin’ diye tembih edivermek. Bunlar hanımefendiye, ‘Eşim beni sever, o çok iyi bir insandır’ dedirten ufak tefek ama çok anlamlı davranışlardır.
Evin hanımefendisinin ise, daha eşi kapıyı çalar çalmaz nezaket ve saygıyla kapıyı açıp, içten bir gülümseme ile hoş geldin deyip sarılması, terliklerini çevirip ceketini paltosunu alması, sofra düzenini bir misafir ağırlıyor gibi özenli yapması, ilgi ve şefkatle yaklaşarak onu kuşatması, beyefendinin de kendisini sevgi ile sarmalanmış hissetmesine vesile olur.
Eğer bir insan sevemiyorsa, içine attıklarından dolayı sevgiye yer kalmamıştır. Bu insanın acilen zihnindekileri boşaltıp sevmeye, şefkate ve ilgi gösterebilmeye yer açması lâzımdır. Sevebilmek, sevilmekten daha öndedir. Eğer bu olmazsa, dengeler o kadar kayar ki, bu karmaşadan ciddi sıkıntılar çıkabilir. Eşi ‘Seviyorum’ der, kendisini sevilecek birisi gibi hissetmediği için inanmaz, inanamaz. Uykuları bozulur, yeme içme düzeni bozulur, tepkileri, dili, her şeyi bundan etkilenir. Bu aslında acil yardım anonsudur. Kendilik algısının en başta anne ve babası tarafından mutlaka düzeltilmesi ve sevildiğine, değerli olduğuna dair inancının tazelenmesine ihtiyaç vardır. Anne baba vefat etmişse ve ‘Ben onlara hakkımı helâl ettim’ dese bile, yaşatılan değersizlik duygularından kurtulmak çok zordur. Bu durumda profesyonel bir destek alınmalı ve dağılan algı, bozulan psikoloji yeniden rayına oturtulmalıdır.