Geçen ay büyük şehirlerimizden birine, arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Öğle gibi, bir mekânda oturup uzun süredir görüşmediğim dostumla hasbihâl edecektik. Buluşma yerine erken gidip hem etrafı biraz gezmek hem de çevremi gözlemlemek istedim. Hava açık ve güneşli olunca da tez yorulup tez susadım. Gözüme kestirdiğim ilk marketten gidip su almak istedim. Müşteri yoğunluğundan olsa gerek, yazarkasası dışarıda olan ve müşterilerini dışarıda karşılayan orta yaşlarda şık görünümlü bir esnafa selam verip bir su istedim. Yüzüme bakmadan paramı alan, lakin selamımı almayan bu esnaf kardeşimiz, suyumu da çok keyifle vermedi! İletişimindeki bu bozukluğu hem garipsedim hem de onun için üzüldüm. Yoksa acaba bu yakışıksız nahoş durum bana mı özeldi?

Oysa ben o caddeden ilk defa geçiyor ve bu marketi çalıştıran esnafı da ilk defa görüyordum. Yine her defasında olduğu gibi, kendimi kandırarak cevabını bildiğim bir sorunun peşine düşmüştüm… Hemen yanı başındaki esnaf komşusuna, dışarıda yerde sehpaları ve kenarlarında tabureleri bulunan bir çay ocağına konuşlanıp, bu marketçi arkadaşı pür dikkat gözlemlemeye başladım. Esasen bir taraftan mis gibi demlenmiş çayımı keyifle yudumlarken, diğer taraftan da arkadaşımla buluşma saatini sabırsızlıkla bekliyordum. Esnaf kardeşimiz, yapmacık da olsa zoraki gülen bir yüzle; günaydın diyene günaydın diyor, tünaydın diyene tünaydın diyordu. Selam diyene selam, Merhaba diyene de merhaba… El kol hareketi ile uzaktan ne haber birader diyenlere bile hiç sektirmeden cevap yetiştiren bu esnaf kardeşimizin, o kısa sürede dükkânına gelenlerin cibiliyetine göre; hello, bonjour, guten tag dediğine bile şahit olmuştum…

Bir süre sonra kıyafetinden ve konuşmasından Suriyeli olduğunu tahmin ettiğim bir kişi de benim gibi boş bulunup talebini belirtmeden önce bu esnafa “Selamun aleyküm’’ dedi. Esnaf kardeşimiz de belli belirsiz kafasını hafifçe öne doğru bir miktar salladıktan sonra, çenesi ile ne istediğini sordu. İşte o vakit anladım ki; Batı’ya ve çok kültürlülüğe saygısı sonsuz olan bu laik esnaf kardeşimizin alerjisi, Kur’ani ve İslami bir ifade olan ve Peygamber Efendimizin her daim kullandığı ‘’Selamun aleyküm’’ cümlesine ve bu şekilde hitap edenlereymiş… “Selamun aleyküm’’ diye selam verdiklerimizin bilerek ve isteyerek “Merhaba’’ diye selam aldıklarını çok görmüştük ama bu model sanırım biraz daha farklıydı. Belli ki hasmane bir şekilde nefret tohumunu eken bu arkadaş için artık sözün bittiği yerdeydik. Bilinçaltını zapt edemediği için, hastalıklı ruh hali seviye atlamış durumdaydı…

Kıymetli dostlar; bizler yaratılmışların en şereflisi olarak, hiç kimseyi inancına, ırkına, mezhebine göre ayıramaz, ayrıştıramaz ve ötekileştiremeyiz. Bu, ister bizim vatandaşımız olsun, isterse bir başka ülkenin vatandaşı… Hepimiz kişilerin inançlarına ve kültürlerine saygı göstermek zorundayız. Daha doğrusu, eğer karşımızdakinden saygı görmek istiyorsak, bizde ona saygı göstermek durumundayız. Yüce dinimiz İslam, insanlar arasında adalete, doğru iletişime ve sosyal ilişkilere çok büyük önem vermiştir. Sağlıklı bir iletişimin başlangıcı da “selamlaşmadır.’’ İşte bu yüzden yüce dinimiz İslam, selamlaşmayı da ‘’İnsani bir vazife ve İslami bir görgü kuralı olarak görmüştür. Allah-u Teâlâ yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizlere; “Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı ile karşılık verin.” (Nisa, 4/86) diye buyurmuştur.

Herkesin inancı kendisinedir. Herkes dilediği gibi selamlaşabilir. Lakin bilesiniz ki sünnete uygun şekilde selamlaşmak, Müslümanlar için bir paroladır. Dolayısıyla “Selamun aleyküm’’ demek yahut bu şekilde selam verene “Aleyküm selam’’ diye cevap vermek ne ezikliktir, ne ayıptır, ne de günahtır! Selama aynı ile cevap vermek bir nezaket, bir görgü, bir inanç meselesidir. Ayrıca bilesiniz ki sünnete uygun şekilde selamlaşmanın muhatabı da sadece cami cemaati değildir! Ve bilesiniz ki, böyle selamlaşmanın bir mekanı ya da cinsiyeti de yoktur. Müslüman menfaati için kişiye, mekâna ya da makama göre selamını değiştirmez. Günümüzde sıkça yaşanan bu büyük kopuş ve ikircikli durum, özellikle politik ve bürokratik elitler arasında, kamu kuruluşlarında ve iş hayatında çok fazla yaşanmaktadır. Allah’ın selamı sabittir. Çünkü biz Müslümanlar çok iyi biliriz ki; selâmlaşmanın tarihi insanın yaratılışı kadar eskidir. Allah(cc) Âdem aleyhisselâm’ı yarattığı zaman, kendisine “Git de oturmakta bulunan şu melek topluluğunu selâmla… Sana (mukabele olarak) verecekleri selâma kulak ver. Çünkü o, senin ve zürriyetinin selâmı olacaktır” buyurmuştur. Hz. Âdem, varıp meleklere, “Esselâmü aleyküm” dedi. Onlar da: “Esselâmü aleyke ve rahmetullâh” dediler. (Buhârî c. 7, s. 125)

Kıymetli dostlar, İslam kelimesinin kökü selamdır. Müslümanların birbiri ile karşılaştıkları zaman selamlaşması ve selamı yayması Rabbimizin kesin emridir. İnsanlar Allah’ın emirlerinden uzaklaşınca maalesef selamında önemini ve anlamını da unuttular. Oysa selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Selamlaşan kişiler birbirlerine; hem iltifat etmiş, hem dua etmiş hem de Allah’ı zikretmiş olurlar. Selam, Allah-u Teâlâ’nın en güzel isimlerinden biridir. Selam, hangi ırk, cins ve renkten olursa olsun bütün insanlar için evrensel bir iletişim aracıdır. Selam, bir Müslüman’ın diğer Müslüman kardeşi için dua etmesi, hayır temennisinde bulunması, ona barış ve dostluk elini uzatması demektir. Selam, muhatabına “Ben Müslüman’ım, bana şu andan itibaren her şeyini güvenebilirsin. Benden sana, canına, malına, namusuna, asla zarar gelmez’’ demektir.

Peki, bu kadar mühim bir konuda, selamlaşma hususunda, bizler acaba yeterince hassas davranıyor muyuz? İzanını kaybetmiş esnaf kardeşimizi geçtim bir kalemde de şehir hayatının bir sonucu olarak, aynı apartmanda yaşayıp da merdivende, asansörde karşılaştığı komşusuna selam vermeden geçen insanlarımıza ne demeliyiz? Ya da gençlerimizin Batıda ki gençler gibi, el kol hareketleri yaparak, dans ederek ya da yumruk tokuşturarak acayip acayip cümleler ile selamlaşmalarını nereye koyacağız? Yaşadığımız bu toplumsal yarılma ne kadar acı değil mi? Deyin hele, selamın şekli de şemali de belli iken daha fazla kafa karıştırmaya gerek var mıdır?

Hülasa, her şey gün gibi ortada iken, başka lafa hacet yok diyorsanız, o vakit Peygamber Efendimizin de üzerinde ehemmiyetle durduğu Allah’ın selamını aramızda hızla yayıp çoğaltalım. Bu vesile ile aklıma gelmiş iken buradan halkımızın büyük bir kesiminin beğenerek seyrettiği dizilerin yapımcılarına ve senaristlerine de seslenmek istiyorum; “Allah’ın selamını yaymak konusunda size de çok görev düşüyor, selam konusunda siz de elinizi korkak alıştırmayın!’’ Unutmayalım ki; selamlaşmak, dini hayatımızın olduğu gibi, sosyal hayatımızın da çok ama çok önemli bir dinamiğidir. Selamlaşmak, toplumu birleştirir, sevgi ve samimiyet doğurur. Birlik ve beraberlik içindeki bir toplum ise güçlü olur. Evimizin içerisinde, eşimiz ve çocuklarımızla başlattığımız selamlaşmayı önce apartmanımıza, sonrada mahallemize yayalım. Selamın bir dua olduğunu bilerek kişilerle sadece karşılaştığımızda değil, ayrılır iken de selamlaşmayı unutmayalım. Boş eve girdiğimizde meleklere, kabristana gittiğimizde kabir ehline selam vermeyi de zinhar ihmal etmeyelim…

Sözü söze dizeyim derken yine mevzuyu çok uzattığımın farkındayım. Affınıza sığınıyor, sabrınız için teşekkür ediyorum. Ve yazımı müsaadenizle burada, tasavvuf şiirimizin en önemli temsilcilerinden, merhum Yunus Emre’nin bir dörtlüğü ile bitiriyor, bu köşenin kıymetli takipçilerine tekraren ve can-ı gönülden, ağız dolusu ‘’Selamun Aleyküm’’ diyorum…

Selametle…

Biz dünyadan gider olduk, kalanlara selam olsun,

Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun.

Ecel büke belimizi, söyletmeye dilimizi, 

Hasta iken halimizi soranlara selam olsun.