Bu aralar sanki hayat ile ölüm arasında arafta gibiyiz. Ve her gün biraz daha eksiliyoruz. Derin gölgeleri olan düşünce iklimi, kara kış da artık kapımızda. Eğer görecek günümüz, yiyecek ekmeğimiz varsa; önümüzdeki birkaç ay ruhumuzu bunaltan pusarık ve ayazlı havaların sabahına uyanacağız. Artık kaç sabah güneşle selamlaşırız onu da Allah bilir. Soğuk kış gecelerinde yalnız yatılmaz değil mi? Doğru biz de aynen öyle yapıyoruz. Ağzımızın tadını kaçıran ve serseri mayın gibi nerede gezdiği belli olmayan davetsiz misafirimizle; Korona salgını ile yatıp Korona korkusuyla kalkıyoruz. Hiç ayrım falan da yapmıyor bu misafir! Lakin hiç kimseyi de küstürmüyor! Küçük-büyük de demiyor, dünya malını kendine kıble edenlere de dünyaya metelik vermeyenlere de istisnasız uğruyor. Ama bilmiyor ki keyfimiz iyice kaçtı artık. Burnumuzdan soluyoruz. Hiçbir şeye itimadımız da kalmadı. Hoşçakalsız vedalarla sevdiklerimizi birer birer yolcu ediyoruz. Acıyı bal eyledik. Gözlerimize yağmur taşıyan bulutlar da yok artık. Her şey alt üst oldu. Elimizden bir şey de gelmiyor. Endişe kuyusunu andıran gözlerle boş boş birbirimize bakıyoruz. Yarının ne getireceğini Allah bilir. Velhasıl dostlar tavşan kuyruğu gibiyiz yani bu aralar. Ne uzuyor, ne de kısalıyoruz…
Kıymetli dostlar; geceler mi uzadı yoksa karanlıklar mı bilemiyorum. Lakin bu aralar gecelerin karanlığı ve hüznü karabasan gibi çöküyor yüreğime. Geceler bir başka anlam daha kuşandı sanki. Oysa saatler de geceler de hep aynı! Peki, benim için gece nedir siz bilir misiniz? Nerden bileceksiniz. Saçma bir soru oldu. Anlatayım o vakit. Benim için gece sessizdir, karanlık ve dingindir. Gece ne kadar karanlıksa, yıldızlar da geceye inat o kadar parlaktır. Gece bazen bir örtü, bazen de bir öğüttür. Ağlayan bebeklere, karanlığın yufka yüreğidir. Sokak ta yaşayan kimsesizlerin üzerine çektiği kara bir yorgandır. Bazen bir sırdaş, bazen de yoldaştır. Gece, aslında teheccüd’tür, her gece anlımızdan öpen seccadedir. Bazıları için bir sığınak, bazıları için zifiri karanlıktır. Bazıları için ayrılık, bazıları için de vuslattır. Duygularla yüzleşme vaktidir, az konuşup çok düşündüğümüzdür. Gece olunca Güneş yarasalardan gizlenir, maskeler dökülür, insan farklı bir dünyaya bürünür. Gece gündüzün, gündüz de gecenin habercisidir. Biri gelmeden diğeri gitmez. Bilirsen eğer dostum, gece paha biçilmez bir nimettir. Gündüz doğum, gece ölümdür. Uyku ise ölümün kardeşidir. Her gece ölür, her gündüz yeniden diriliriz. Hem düşünsenize, gökyüzünün bu muhteşem insicamında gece kararmasa, bir anda patlayan bahar tomurcukları gibi yıldızlar nasıl aydınlanır? Ya da Ay, ışığı ile her gece bizi nasıl yıkar. Her gecenin bir sabahı vardır, lakin bazı gecelerin sabahı yoktur. Benden bu kadar! Şimdi sıra sizde söyleyin bakalım; ‘’Gece midir insanı kederlendiren, yoksa insan mıdır kederlenmek için geceyi bekleyen?’’ Neden sustunuz? Susarsınız elbette! Çünkü etimize bir kıymık gibi batan ve gecenin koynunda kurulan o güzelim sözler de artık terk etti bizi değil mi? Sessizlik kumaşı sarmış gibi sanki dört bir tarafımızı. Acaba diyorum umudumuzu mu kaybettik dostlar ne dersiniz? Ama gelin biz öyle yapmayalım, bir yanı uyanık uyuyalım. Saksılara umut ekip, umudun kulpuna sıkıca yapışalım.
Nihai kertede demem o ki kıymetli dostlar; geceyi yalnızlara, sevda çekenlere, hastalara ve dertlilere sormak lazımdır. Çünkü onlar için her gece Şeb-i Yelda’dır. Şeb-i Yelda da neymiş diye şimdi onu da bana sormayın lütfen! Onu ben bilmem. Çünkü ben ne müneccimim ne de muvakkit. Onu ünlü divan şairi Sâbit’e sorun. Hem ne diyordu üstat;
“Şeb-i yeldayı müneccim muvakkit ne bilir, Müptela-ı gama sor kim geceler kaç saat…”
‘’En uzun geceyi, müneccimler ya da vakit ölçenler ne bilsin. Derde düşenlere sor; sabahı olmayan uzun geceleri en iyi onlar bilir…’
Selametle…