İnsan yaşadığı yerin kıymetiyle tartılmalı bence kâri. Eskilerin deyişiyle “Aslan yattığı yerden belli oluyor” ve “Bir yerin şerefi orada yaşayanlardandır.” Ama son zamanın şehirleri işkence görmüş mücrimler gibi, ölmüyor lakin can çekişiyorlar. Tam da belki bunun için bir şehirde yaşamak yetmiyor o şehirle yaşamak gerekiyor. İnsan etrafına baktıkça -özellikle büyük şehirlerde- yaşamaktan çok çile çektiğini düşünüyor.
Hep derlerdi “Şehirlerin de ruhu vardır” diye. Nasıl inkâr ederim ki! “Şehirler de insanlar gibidir” demek geliyor içimden İbn Haldun’dan iktibasla ve biraz da değiştirerek: Şehirler de insanlar gibidir; doğarlar, büyürler ve ölürler. Peki ya ecel mi onları da ölüme sürükleyen ya da daha farklı sorayım katilleri kim ki onların?
Aslında bu sorular yoktu zihnimde. Ben daha mesrur sözler yazacaktım. Ama dün gece şehri dinlerken birden aklıma bu sualler düştü. Gecenin o en sessiz vaktinde öylece şehre kulak kesilip de onu dinlerken fark ettim. Kulaklarımda lisansız bir uğultu… Sanki biri yardım dileniyor, medet diliyor gibi.
Konuşan şehir… Evet, şehrin çatlamış dudaklarından sızıyor bu garip uğultular. Besbelli ki bana bir şeyler fısıldamak istiyor. Belki de ben böyle vehmediyorum. Yo, hayır gaipten sesler duymuyorum! Şehir benimle konuşuyor. Ama sanki ağlıyor.
Peki, ama ne diyor bana?
Bu şehrin hangisi olduğunun inanın bir önemi yok. Doğuda, batıda; kuzey ya da güneyde olması fark etmez. Gâh bir deniz kıyısında olsun, gâh ulu bir dağın eteklerinde kurulsun. İnanın ki fark etmez. Çünkü şehirler aynı dili konuşuyor.
Sesleri anlamak için kendimi hiç zorlamıyorum. Alışıldık insan hali işte. Yerde yatan birini görsek elimizi uzatmıyoruz ki! Yerde düşen biz olsak uzatılan eli tutamıyoruz. Güvenemiyoruz. Ne hale getirdik dünyayı. Esef ki esef…
Dedim ya; aslında bunları yazmayacaktım ben. Daha mutlu daha güzel kelimelerim vardı. Ama o gece vakti uluyan sokak köpeklerinin seslerinde şehre bakınca içim burkuldu. Sahi biz şehirlere ne yaptık böyle ki artık konuşamıyorlar da sadece inliyorlar?
Her taraf çöp yığınlarıyla, metal yığını arabalar, beton yığını ve estetikten mahrum binalarla dolu. Sokaklardan yağmur suları çamur olmuş akıyor. Toprak görebilmek için mezara mı girmek gerekecek artık! Tek ağaç görmek için kilometrelerce yol gidiyoruz. Şehrin dışına, insanların olmadığı, bozmadığı yerlere bakıyoruz.
Aslında ben bunları yazmayacaktım. Şayet şehir bana iniltisini duyurmasa ve sokaktaki şu evsiz köpekler uğuldamasaydı acı acı daha umutlu kelimeler düşürecektim dilimden.
Can çekişen şehirlerde yaşıyoruz. Ölmemiş belki ama taş ve betonla hapsedilmiş şehirlerde…