Dünya bugünlerde çok ilginç hadiselere şahitlik edip, çok önemli testlerden geçiyor. Fakat şunu da hemen ilave etmekte yarar var. Bu ilişki biçimiyle uzun süre devam edilemez. Zira her geçen gün artan bir kilitlenme yaşanıyor uluslararası diplomaside.
Bu kilitlenme sadece Türkiye ile ABD arasında da değil üstelik. Kafanızı nere çevirseniz, merkezinde ABD’nin olduğu ve “Ticaret Savaşı” denilen bir kuşatma girişimiyle karşılaşıyorsunuz. Bu, sakatlanmış bir idrakin hezeyan dolu kararları ile dünyanın, “diplomatik kilitlenme”ye sürüklenmesidir aslında.
Siyasete ve dolayısıyla da uluslararası diplomasiye yer bırakmayacak bir noktaya doğru sürüklenen bu hal, mutlak bir çözüm bekliyor; çözülmek zorunda ayrıca. Şayet çözülemez ise arkasından gelecek olanlar çok tehlikeli olacaktır. Geçmişte de dünya, kilitlenen diplomasisini mutlaka çözmüştür; ama öyle ama şöyle. Evet, bugün en azından “diplomasi” kanalları hâlâ açıktır. Bu önemli bir avantaj… Fakat ABD’nin başında ki Trump kendi ülkesinden gelen uyarılara bile kulaklarını tıkamış gibi görünüyor. İMF ve FED gibi kuruluşlardan dahi üst düzey açıklamalar gelmesine rağmen hâlâ bildiğini okumaya devam eden bir ABD başkanı, çok farklı amaçlar peşinde kuşkusuz.
Trump’ın icraatları tıpkı Theodor Adorno’un “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” cümlesindeki bir hakikate vurgu yapıyor. Onun yaşam hikâyesine baktığınızda da dünyaya hayır getirecek bir işaret bulmak oldukça zordu. Fakat Aime Cesaire’nin, “zafer randevusunda buluşmak isteyenler” ifadesinden mülhem, ABD seralarında yüceltilen bir milliyetçilik ya da aşırı-sağ anlayışlıların, “America first” narası etrafında yürüme hayalleri de var ortada.
Evet, ABD’de Trump seçim vaatlerinde bugün yapmaya çalıştıklarını sürekli tekrarlayarak iktidara geldi. Böyle bir gerçeğin de hatırlanması gerekir. Fakat dünya siyasetinde ki genel kabul, Trump’ın seçmeni konsolide etmek için sarf ettiği bu vaatleri, iktidara gelince yapamayacağı yönündeydi.
Öyle ya, bu vaatler dünyanın geri kalanını hiçe aymak adına nasıl yapılabilirdi. Ama öyle olmadı. Çünkü “sakatlanmış bir idrak” sahibinin neler yapabileceği pek hesaba katılmamıştı. Şimdi de geldiğinden beri skandalları, sansasyonları bitmeyen bir başkanla, ABD’nin diğer kurumları arasında yaşanan “mevzi kapma yarışı”nı ve onun dünyadaki yansımalarını izliyoruz.
Dünya elbette bu çalkantıdan da yeni bir paradigmayla çıkmasını bilecektir. Tıpkı Nero zulmünden, Moğol istilasından, Deli Petro yayılmacılığından, Hitler faşizminden kurtulup kendisine yeni yollar bulduğu gibi.
Huzur ve güven arayan toplumlar, en zalim yönetimler altında dahi iletişim kurma becerileri geliştirebilmişlerdir. Dünyada adalet isteyen, zalime direnen bütün mazlum ya da irade sahipleri önünde sonunda birbirlerine bir mesaj ulaştırmayı başaracaklar.
Fakat o başarıdan sonra da yeni zalimler mutlaka türeyecektir. Her nesil kendi zalimiyle mücadele ediyor maalesef. Zira “imtihan” denen şey birazda zulme karşı nasıl bir tavır sergileneceğinde gizli…
İnsanın “göçebe” olduğu bu hayatta sürekli tetikte durması gerekir. Eğer bu hal değişirse mutlak bir tehdit çıkar ortaya: aşırı rahat ve güvende olma tehdidi. Yani “korku ve ümit” arasındır dünya sürgünündeki bir Müslümanın en emniyetli yeri.