1928 yılındaki “harf” devriminden sonra o günün kitapçıları bir gecede sahaf hâline geldi. Çünkü milletin bin yıllık harfleriyle yazılan eserler ertesi gün birer tarihî esere dönüşmüştü. Eski harflerle yazmak ve okumak da yasaklanınca insanlar bu eserleri korkuyla ellerinden çıkarmaya başladı. Kaldırımlara, dere kenarlarına, cami önlerine bırakılan, toprağa gömülen nice yazma eser kaybolup gitti. Bir kısmı da kilo hesabıyla başka ülkelere satıldı.
Sahhaf Raif Yelkenci (1894-8 Ekim 1974) bu kültür ve tarih soykırımının canlı şahitlerinden biriydi. Ömrü boyunca yazma eserleri bu yıkımdan kurtarıp bugünlere ulaşması için gayret gösterdi. 1905’te henüz küçük yaşta İstanbul’a giderek amcası Hâfız Aziz Efendi’nin Beyazıt Meydanı’ndaki kitapçı dükkânında çıraklık yapmaya başladı; kitapçılığı burada öğrendi. I. Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi sonrasında yine amcasıyla birlikte Beyazıt’ta Kapalı Çarşı’nın Fesçiler Kapısı’nın bitişiğindeki eski bir kitapçı dükkânını devralarak sahaflık işine girdi.
Sahhaf Raif Yelkenci geçen yüzyıla damgasını vurmuş ender simalardan biridir. Hem sahaflık geleneğinin son temsilcisi olması hem sayısız güzide yazma eserin değerini takdir edebilen bir uzman olması hem de Yunus Emre’ye dair yanlış bilgileri düzelten çalışmalara imza atması bakımından yeri doldurulamaz bir şahsiyettir. Bu hâliyle onu yazma eserlerin ticaretiyle uğraşan bir sahaf olarak tanımlamak mümkün değildir. Çünkü kitabı ehline ulaştırmayı, satıştan kâr etmeye tercih eden bir sahaftır Raif Yelkenci.
Kendisi de bir Osmanlı aşığı olan Nuri Arlasez bakın Raif Yelkenci’yi nasıl anlatıyor: “Sahhaf Raif Yelkenci merhum, Osmanlı kültürünün, hars ve irfanının son meş’ale taşıyıcılarındandı. O küçücek dükkânında ecdattan veraset tariki ile intikal eden maddi ve manevi mirasımızın, Osmanlı hars ve irfanının henüz düşürülmemiş, en mütevazı ve o nispette de en muhteşem son kalelerinden biri idi… Merhum Raif Yelkenci, çelebi-meşreb, Osmanlı örf ve âdetlerinin en parlak mümessillerinden biriydi. Senelerce evvel bir gün -sık sık olduğu üzere- yine Raif Efendi’nin o küçücek dükkânına nasib almağa gitmiştim. Eşine hayatta ender olarak rastlanabilen bir Kelam-ı Kadim’i uzatarak ‘Ziyaret buyurun!’ demişti. Elimde on altıncı asırda İran’da yazıldığını tahmin ettiğim, çok küçük ebatta, hesna ve müstesna bir Kelam-ı Kadim vardı. Sadece maddi gözlerle değil, aynı zamanda gönül gözüyle, hayranlık içinde bakarak bir müddet nüfuzu nazarla görebilmeye çalıştıktan sonra, herhangi bir fikir yürütmeden, usulca masanın üzerine bıraktım. Hayranlığımı kelimelerle ifade edemezdim, sukutumla ifade etmeye çalıştım. Üstat büyük bir tevazu ile ‘Bu Kelâm-ı Kadim’i edinmenizi istiyorum’ dedi. Maddi imkânlarımın çok mahdut olduğunu ifade ettikten sonra, ‘Ben bu Kelâm-ı Kadim’e bütün maddi ve manevi mevcudiyetimle âdeta bir göz kesilerek baktım. Bu bakışın bir neticesi olarak, bu mübarek Kur’an, gözümü kapadığım her an zihnimde elle tutarcasına tecessüm edecektir. Dolayısıyla, Allah’ın lütfu keremi ile -dilediğim her an- bu Kelam-ı Kadim benim olacaktır.’ Raif Efendi, İncil’in tabiriyle ‘toprağın tuzu’ olan insanlara has bir bakışla, ‘Gözlerinizi kapadığınız her an bu Kelam-ı Kadim’in sizin olabileceğine şüphe etmemekle beraber, yine de edinmenizi istiyorum. Ortada garip bir zaruret var’ dedi. Meğerse bu nefis yazma Kur’an-ı Kerim’i edinmek isteyen bir Arap emiri varmış, ne istenirse ödemeye hazırmış. Fakat Raif Bey merhum, ‘Müşarünileyhin parası bol, evet, lakin bizim anladığımız manada aşkı yok. Sizin de paranız yok ama aşkınız var. Dolayısıyla bu Kelam-ı Kadim size teveccüh ediyor’ dedi. Peki, nasıl ödeyecektim? ‘Bu meseleyi lütfen izam etmeyin. Siz bu mübarek kitabı alıp bir an önce ortadan kaybolun. Bilahare meseleyi aramızda hallederiz’ dedi. Takriben bir ay sonra tekrar uğrayıp meseleyi açtığımda, ‘Elinize fazla para geçtikçe, zaman zaman verebileceğiniz miktarı verirsiniz. Ne vereceğinizi bilmenize de hacet yok’ dediydi.”
Aynı zamanda Fatih türbedarı Ahmed Amiş Efendi’nin halifesi Abdülaziz Mecdi Efendi’ye intisaplı olan Sahhaf Raif Yelkenci hem madde hem de mana ilmini çözmüş simalardan biriydi. Ömrünün neredeyse tamamını kapsayan sahaflık mesleğini bir geçim vasıtası olarak değil, bir görev ve manevi bir sorumluluk telakki ediyordu. Bu vesileyle o küçücük sahaf dükkânı nice büyük ismin uğrak yeri hâline gelmişti. İbnülemin Mahmud Kemal, Fuad Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Mükrimin Halil, Süheyl Ünver, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Reşat Ekrem Koçu bu isimlerden sadece birkaçıdır. Raif Yelkenci, bu kişilerin çalışma sahasına katkı sağlayacak yazma eserler temin eder, bu eserlerle ilgili ilmi çalışma yapmalarını teşvik eder, maddi bir çıkar beklemeden elindeki kaynakları istifadelerine sunardı. Hatta konusunda ehil gördüğü kişilerden ve bazen talebelerden para almaz, tek nüsha olan hazine değerindeki eserleri onlara hediye ederdi.
Raif Yelkenci döneminin önde gelen Yunus Emre araştırmacılarından biriydi. Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eserinde Yunus’u Bektaşi olarak göstermesine itiraz ederek görüşlerini delilleriyle kaleme aldığı makaleler bugün de temel kaynaklardan kabul edilmektedir. Osmanlı mirasının bugüne taşınmasında büyük emekleri bulunan Raif Yelkenci, yakın tarihimizin melamet ehli saklı kahramanlarından biridir. Ahmet Güner Sayar’ın kitabı ve birkaç makale dışında hakkında kapsamlı bir çalışma bulunmaması bu alanda daha yapılacak çok şey olduğunu ortaya koyuyor. Vefatının yıl dönümünde rahmet ve minnetle anıyorum. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.