Zira insan bu vakitte en ziyade rızkın ne olduğunu, nereden geldiğini ve nasıl geldiğini anlıyor. Belki her zaman anlıyor da Ramazan’da bir başka oluyor.
Mutasavvıflar işin sırrını asırlar evvel vermişlerdi aslında. Kıllet-i taam, kıllet-i menam, kıllet-i kelam demişlerdi. Az ye, az uyu, az konuş… Ne kadar az olursa dünyaya olan mecburiyetin o kadar hakikati anlıyor, o kadar yaklaşıyor ve o kadar yakınlaşıyordun. Az yiyince çok doyuyor, az uyuyunca çok oluyor ve az konuşunca çok anlıyordun. Nefsini durdurunca gözünden perde kalkıyor, gönlünden toz uçup gidiyordu yani. Sonra farkına varıyordun her şeyin. İşte Ramazan’da da tam öyle oluyor; azalttıkça çoğalıyor insan.
Şair ne güzel hem ne güzel söylemiş;
Hâr içinde biten gonca güle minnet eylemem
Harâbî, Fârisî bilmem, dile minnet eylemem
Sırat-ı Mustakîm üzre gözetirim Rahîm’i
İblisin talim ettiği yola minnet eyleme
Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına
Bugün buldum bugün yerim, Hak kerimdir yarına
Zerrece tamâhım yoktur şu dünya vârına
Rızkımı veren Hüdâ’dır kula minnet eylemem
…
Şöyle bir kıssa anlatırlar;
Hazret-i Süleyman bir gün, deniz kenarında oturmuştu. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir yeşil yaprak tutardı. Deniz kenarına ulaştı. Sudan bir kurbağa çıktı. O yaprağı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü.
Karıncadan sordular ki,
– “Bunun hikmeti nedir?”
Karınca cevap verdi ki,
-Bu deryanın ortasında, bir taş vardır. O taşın içinde bir böcek yaşamaktadır. Allah beni onun rızkına sebep etmiştir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenarına ulaştırırım. Bu kurbağa o rızkı benden alır, o böceğe verir” deyince Hz. Süleyman;
-“Deryanın ortasındaki bir taşın içinde yaşayan böceğin rızkını ona ulaştıran Allah hiç kulunu rızıksız bırakır mı?”
…
Yani ona buna boyun eğmeye, el bağlayıp diz kırmaya falan gerek yok. Allah kulunu unutmaz ve her nerede olsa verir, muhakkak verir.